Türkiye’nin çok sayıda gündem maddesi var. Ekonomiden tutun da sosyal hayata kadar. Sanırım, güvenlik anlamında da özel bir gündeme sahip olduğumuzu söylemeye sanırım gerek yok. Günlerdir Fırat’ın doğusuna yapılması gereken operasyonu, kayyım atamalarını, Diyarbakırlı annelerin HDP Diyarbakır İl Başkanlığı önündeki eylemini konuşuyoruz. Bu çerçevede HDP’li belediyeler ile terör bağını sorguluyoruz. Bu çerçevede dün çok çarpıcı bir açıklama dikkatimi çekti.

Talal Silo’yu bilenleriniz olduğu kadar bilmeyenleriniz de vardır. Suriyeli Türkmen kökenli olan Silo, PYD/YPG terör örgütünü kamufle etmek amacıyla paravan olarak kurdurulan SDG’nin 2015-2017 yılları arasında sözcülüğünü yaptı. Silo 2017 yılının Kasım ayında örgütten kaçarak Türk güvenlik güçlerine teslim oldu. O dönem çok önemli itirafları basına yansıyan Silo’nun dün de bazı açıklamaları basına yansıdı. Özellikle HDP’li belediyeler ile terör örgütü arasında olduğunu iddia ettiği bağ ile ilgili çarpıcı şeyler söyledi. Gözünden kaçanlar, bu iddiaları basından okuyabilir. Burada benim dikkatimi çeken şu sözler oldu:

“Haseke’de HDP’li belediyelerin yardım işleri ile ilgili Destek Koordinasyon Birimi kurulmuştu.

(…) Suriye’de oluşturulan PKK koridoruna destek temini kapsamında Koordinasyon Birimi tarafından ‘ortak havuz’ oluşumuna gidildi. HDP’li belediyelere hazineden aldığı pay ve sahip olduğu kaynaklar çerçevesinde ödeme planları çıkarılıyor. En küçük bir beldeden büyükşehirlere kadar her belediye bu payı aylık olarak düzenli bir biçimde ödüyordu.”

Tekrarlayacak olursak Silo şunu iddia ediyordu: HDP’li belediyeler, Hazine’den aldıkları paylardan ve sahip olduğu kaynaklardan terör örgütü PYD/YPG’ye para aktarıyordu. Bunun için de bir para havuzu oluşturulmuştu.

Bu çok ama çok ciddi bir iddiadır. Elbette basına yansıyan çok sayıda olayı, kurulan ilişkiler ağını biliyoruz. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hazinesinden bir partiye aktarılan paraların, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni tehdit eden bir örgüte aktarıldığı iddiası üzerinde konuşulması, varsa gereğinin yapılması gereken bir iddiadır. 

Neden mi? Açalım…

Mahalli idarelerin görevleri gereği yapmaları gereken kamu harcamalarının karşılandığı başlıca 3 alan bulunmaktadır (borçlanma hariç). Bunlar;

1-Mahalli idarelerin mal ve hizmet bedeli olarak vatandaşlardan tahsil ettiği gelirler

2- Mahalli idarelere münhasır vergi ve harçlardan sağlanan tahsilat

3- Merkezi yönetim bütçesinden mahalli idarelere aktarılan pay ve hazine yardımları (Dünya Gazetesi, 18 Haziran 2011. Bkz. https://www.dunya.com/gundem/mahalli-idarelerin-harcamalari-nasil-finanse-ediliyor-haberi-147660)

Birinci maddede yer alan gelirleri, belediyelerin elektrik, su, doğalgaz ve otobüs hizmetleri vs. gibi hizmetler karşılığında elde ettiği gelir olarak tanımlayabiliriz. 

İkinci gruba, mahalli idarelerin bizzat kendileri tarafından toplanan vergi ve harçlar girmekte. Bunlar arasında ilan ve reklam, eğlence, haberleşme, elektrik ve havagazı tüketim, yangın sigortası, çevre temizlik vergileri ile, temizleme ve aydınlatma, tatil günlerinde çalışma ruhsatı, kaynak suları vs. harçları yer almakta.

Üçüncü grupta da tahmin ettiğiniz gibi, Devlet tarafından belediyelere aktarılan pay yer alıyor. Sonuçta devletin gelirlerinde de vatandaşın, yani bizlerin vergi gibi ciddi payı bulunuyor.

Bütün bu aktardığım gelirlerin hepsinin kanuni dayanağı mevcut. İlgili kanunları inceleyerek görebilirsiniz. Özetle, belediyelerin çok sayıda geliri bulunmakta. 

Gelelim yeniden Talal Silo’nun iddialarına… Silo’nun iddiaları doğruysa, hem gönül hem de vatandaşlık bağı ile Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı olan bizlerin ödediği vergi, fatura, bindiğimiz toplu taşıma vs. ücretlerinden, ülkemizin güvenliğini tehdit eden, insanlarımızı katleden, güvenlik güçlerimizi şehit eden, emperyalizmin kucağındaki bir terör örgütüne birilerinin pay gönderdiği ortaya çıkmış olur.

Seçim barajını aşıp Meclis’e girdiği için Hazine’den de yardım alan HDP’nin 2018 yılı bütçesinden aldığı Hazine yardımı 92 milyon 238 bin Türk lirası. Bu iddialar doğruysa, bu paydan da terör örgütüne yardım aktarılmadığının garantisini kim verebilir?

O zaman da, bu partiye yönelik bir hukuki yaptırım sürecinin düğmesine basılması gerekmez mi? 

Yanılıyor muyum?

***

FIRAT’IN DOĞUSUNA GİRMEDİĞİMİZ HER DAKİKA TERÖR ÖRGÜTÜNE AVANTAJ SAĞLIYOR

Türk Silahlı Kuvvetleri, ABD ile Fırat’ın doğusundaki ilk kara devriyesini gerçekleştirdi. Devriye, 5-7 Ağustos tarihlerinde gerçekleşen askeri diplomasi sonucunda varılan mutabakat çerçevesinde yapıldı. Sonuç alınır mı? Açık söyleyeyim, kimse bu konuda umutlu değil. Çünkü müttefikimiz sıfatını taşıyan, ancak yıllardır müttefiklik hukukunu ayaklar altına almakta hiçbir sakınca görmeyen ABD’li yetkililer, halen YPG terör örgütünü koruma derdinde. Son olarak ABD Genelkurmay Başkanı’nın açıklamaları bu yönde. Ayrıca kara devriyesi sonrasında sınırımızın hemen öte tarafında terör örgütü militanlarının boy göstermesi de yine ABD’ye inançsızlığımız açısından önemli bir gösterge. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dün Malatya’da yaptığı konuşmadaki, “Bu iş öyle 3-5 helikopter uçuşuyla, 5-10 araç devriyesiyle, göstermelik birkaç yüz askerin bölgede bulunmasıyla olacak iş değildir” vurgusu çok ama çok önemli. Cumhurbaşkanı son dönemlerdeki bütün konuşmalarında, ABD’ye güvenmediğimizi dolaylı yoldan dile getiriyor. Emin olun karşı taraf da gereken mesajı alıyor. 

Bu süreçte, Türkiye sivil ve askeri diplomasiyi sonuna kadar kullanmayı tercih etti. Uluslararası ilişkiler ve ikili ilişkiler bağlamında anlaşılır bir durum olabilir. Ancak olağanüstü dönemlerde, olağanüstü tavır koymak gerekir. Aynen Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı Harekatlarında olduğu gibi…

Özetle, şu gerçeği görmekte fayda var: Terör örgütü PYD/YPG’ye yönelik harekete geçmediğimiz her dakika, terör örgütünün ve sırtını yasladığı ABD’nin o bölgedeki tahkimatını güçlendirmesi anlamı taşıyor. Bunun sonucu da, ülkemizin güvenliğine yönelik tehdit olarak geri dönecektir. 

Bir yanıt yazın