Önce KCK terör yapılanmasının sözde Yürütme Konseyi 9 Eylül’de toplandı ve 12 Eylül tarihinden başlatılmak üzere terör örgütünün militan tabanına ve siyasi ayağına ‘Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ sloganıyla “direniş” mesajı gönderdi. Buna da “yeni direniş hamlesi” adını verdi. Terör örgütünün yaptığı açıklamada, Türkiye Cumhuriyeti’nin teröre karşı mücadelesine karşı bütün yapıların birleşerek ortak bir direniş çağrısı öne çıktı. “Tüm Parçalardaki Siyasi Güçler” başlığı altında yapılan “direnişe geçin” çağrısı dikkat çekici. Terör örgütünün “Tüm Parçalar” diye Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarının tanımladığını düşünürsek, bu çağrıda HDP’nin olmaması mümkün görünmüyor. Örgüt elebaşları, yaptıkları açıklamada sözde “hamle”lerinin merkezine de Türkiye’yi koyduklarını açık açık ifade etmiş.

Ardından PKK terör örgütünün yine sözde Yürütme Konseyi’nde bir toplantı gerçekleştirildi. Tarih 20 Eylül’dü. Terör örgütünden yapılan açıklamada şu vurgu dikkat çekiciydi:

“KCK hamlesine sahip çıkmak ve etkin katılmak gerekir. Tüm PKK kadro ve sempatizanlarının, gerilla, kadın ve gençlik öncülüğümüzün en temel görevi budur. Dört parça Kürdistan’da ve dünyanın dört bir yanındaki yurtsever halkımızın seferberlik düzeyinde katılıp zafere taşıması gereken tarihi görevimiz bu olmaktadır.”

Yine terör örgütünün açıklamasında, “Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH)” adlı terör yapılanması üzerinden ortak hareket ettikleri bazı sol terör örgütlerini de harekete geçmeye çağırdığını da söyleyelim. Bu terör yapılanması da 21 Eylül’de yaptığı açıklama ile bu çağrıya kayıtsız kalmadı ve destek verdi.

Ardından da örgütün silahlı kanadı HGP’nin bu çerçevede toplantıları oldu.

Örgütün bu hareketliliğinin ve yaptıkları açıklamaların içinde bazı önemli detaylar vardı. Sadece silahlı militanlara değil, aynı zamanda kadınlara ve gençlere çağrı yapmışlardı. Terör örgütünün geçmişte şehir merkezli eylemlerinde kendilerine yandaş kadınları ve gençleri öne çıkardığını düşünecek olursak, örgütün kentlerimizi yeniden terör batağına çekmenin hazırlığını yaptığını söylemek zorlama bir yorum olmayacak.

Şimdilik bu bilgileri bir kenarda tutalım.

***

Suriye’nin kuzeyinde faaliyet gösteren ve PYD terör örgütünün kontrolünde olan TEV-DEM isimli yapılanma 16 Eylül’de, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınır ötesindeki terör yuvalarına yaptığı operasyonları hedef alan bir açıklama yaptı. TEV-DEM açıklamasında, “Halkların birliği sayesinde Türk devleti, Suriye ve Irak’ın tamamından çıkarılabilir” denildi. TEV-DEM açıklamasında, PKK ile PYD’yi ayrı göstermeye çalışanları tekzip edercesine, Irak’ın kuzeyindeki PKK terör örgütü militanlarına sahip çıkılması dikkat çekiciydi. (Zaten onlar çok açık bir şekilde aynı yapılanma olduklarını itiraf ediyorlar ancak Türkiye’de ve dünyada birileri bunu kabul etmiyor.)

Ardından ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, 20 Eylül’de başlayacak bir şekilde Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyine ziyaretler gerçekleştirdi. Suriye’nin kuzeyinde, PKK/PYD terör örgütü elebaşlarıyla görüşen James Jeffrey’in, Suriye’nin Haseke ve Deyrizor illerinde PKK/PYD elebaşları ve Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) temsilcileriyle yaptığı bir görüşmede, Türkiye’nin bölgede terör örgütüne karşı yeni harekat düzenlemeyeceğini ileri sürmesi dikkat çekti. 

İlgili haber için tıklayınız

Jeffrey’in Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin idari merkezi Erbil’e gidip KDP’li yetkililerle görüştüğünü de hatırlatalım. ENKS’de Erbil yönetiminin büyük etkisinin olması yap bozun parçalarını birleştirmek açısından faydalı.

Barzani’ye yakınlığıyla bilinen K24’ün haberine göre, Jeffrey’in bu temasları sonrasında PKK/PYD terör örgütü ile ENKS arasında “Kürt Yüksek Konseyi” kurulması, Resulayn, Afrin ve Tel Abyad’dan göçenleri geri dönmesi, Suriye’de izlenilecek olan Kürt siyasi stratejisi, Kürtlerin uluslararası arenada temsil edilmesi ve kazanımlarının nasıl korunacağı; kadınların temsiliyeti ve iç kuralların belirlenmesi şeklinde 6 madde üzerinde uzlaşmaya varıldı.
Ayrıca Fransa’nın bölgeye 64 kişilik çok özel bir ekip göndereceği, bu ekibin terör örgütünün kontrolündeki sözde yönetime İdari yapı eğitimi vereceği, yine ABD’den gelecek 80 kişilik bir ekibin de terör örgütüne asayiş eğitimi vereceği haberleri basına yansımıştı.

“Kürt Yüksek Konseyi” meselesini biraz açacak olursak, bu konsey, iki örgüt arasında 2014 yılında Irak’ın Dohuk kentinde varılan uzlaşı çerçevesinde oluşturulacak. Dohuk Anlaşması’nda bu konseyin 30 kişiden oluşması, 12 üyenin TEV-DEM (yüzde 40), 12 üyenin de ENKS tarafından verilmesi, sonra bir araya gelecek olan 24 kişinin birlikte 6 üye daha seçmesiyle 30 kişilik bir konsey oluşturulması kararlaştırılmıştı.

Özetle ABD ve Fransa liderliğindeki güç, içinde bulunduğumuz Eylül ayında Suriye’nin kuzeyinde terör örgütü PKK/PYD’nin hakim olacağı bir terör devletçiğinin altyapısı için çok ciddi bir hamle yaptı.

***

Yazımın ilk bölümüyle ikinci bölümdeki gelişmeleri birleştirdiğimizde, terör örgütünün sözde hamlesinin ve yaptığı direniş çağrısının anlamı çok daha iyi anlaşılmakta.

Türkiye’nin bu hareketlilikten rahatsız olduğu ve teröre karşı tavizsiz politikasından vazgeçmeyeceğini tahmin etmek zor değil. 24 Eylül’de gerçekleştirilen Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonrası yapılan açıklamanın 4. maddesinde Libya ile birlikte Suriye vurgusu yapılarak şöyle denilmişti:

“Suriye ve Libya’da meşruiyet çerçevesinde terörle mücadeleye ve istikrarın tesisine destek veren Türkiye’nin, bu ülkelerin barışa ve refaha kavuşması yönündeki tutumunu sürdüreceği belirtilmiştir.

Uluslararası toplum da mazlum milletlerin hürriyetlerini ve kaynaklarını gasp eden gayrimeşru oluşumlar ve terör örgütleri ile bunları destekleyen aktörlere karşı somut adım atmaya davet edilmiştir.”

Uluslararası toplumun ABD liderliğindeki bazı önemli aktörlerinin aktardığımız hareketlerine karşı alınan tedbirlerden bir tanesi de iç güvenliğin garanti altına alınması. Çünkü olası bir kalkışma ve eylemlilik süreci, sınırımızın hemen öte tarafında gerçekleşebilecek olası oldu bittilere müdahale edebilmemize engel olacaktır. Şeyh Sait ayaklanması bunun en çarpıcı örneğidir. Atatürk liderliğindeki Cumhuriyet yönetimi, o isyan nedeniyle Musul ve Kerkük hattındaki gelişmelere müdahale edememiş, Türkiye buraları kaybetmişti.

HDP merkezli, “Kobani olayları soruşturması gözaltılarına” bu açıdan baktığımızda Türkiye Cumhuriyeti, Suriye’nin kuzeyindeki gelişmelere ve olası Türkiye’ye hedefleyecek yansımalarına karşı teyakkuzda olduğunu göstermiş gibi duruyor.

Bu operasyonların siyasi boyutu ise ayrı bir tartışma konusu.

Bir yanıt yazın