Barış Pınarı Harekatı sonrasında, Türkiye’nin hem ABD, hem de Rusya ile beşer gün arayla imzaladığı 2 önemli mutabakat konusunda her gün yeni gelişmeler yaşanıyor.
Türkiye’nin dikkatli iyimserliğini sürüyor ancak endişe ve şüphelerin de taraflara açıkça dile getirildiği bu dönemde, oluşturulacak güvenli bölgenin üzerinde Ankara’nın yaşadığı güvensizlikler nedeniyle doğal olarak inişli çıkışlı bir seyir dikkat çekiyor.
“Güvensizlik” diyoruz çünkü bölgeden gelen haberler, hâlâ hem Amerika’nın hem de Rusya’nın sorumluluk alanında PYD/YPG terör örgütünün boşaltması istenen alanlarda tam da istenen tablonun oluşmadığı yönünde.
Başkent’te yapılan istihbarat ve güvenlik değerlendirmelerinde şüpheler birkaç noktada toplanıyor;
– PYD’lilerin tamanının bölgeden çekilmediği ve bazılarının bekler hücre konumuda sivil görünüme geçmiş olabileceği, bazı silah ve mühimmatın ileride kullanılmak amacıyla sağlanmış durumda bulunabileceği…
– TSK’ya yönelik provokatif saldırıların devam edebileceği, provokatif amaçlı yabancı servis faaliyetlerinin bölgede harekete geçebileceği, her ne kadar DEAŞ terör örgütü liderlerinin öldürülmesi bazında bu yapıya darbe vurulsa da yine bu örgüt üzerinden bölgede terör eylemlerine devam edilebileceği, bu nedenle tüm TSK’nın hem PYD/YPG hem de DEAŞ’a karşı gerekli gördüğü an ve durumda harekete geçmesi için hazır olması gerektiği…
– Ortak devriyeler sonucu, tespit edilecek olusuz durumlar paralelinde sonucun önce muhataplara iletileceği, sonrasında ise askeri adımların atılması seçeneğinin gündeme geleceği…
Diğer yandan tablo bu şekilde iken masadaki bir diğer hassas durum da dikkat çekiyor; gerek Amerikan ve Batı Avrupa basını gerekse Arap dünyasında son dönemde Türkiye karşıtı hasmane tavırları ile gündeme gelen ülkelerin girişimleri üzerinden yürütülen karşı haksız kampanyaya yönelik de Ankara’da neler yapılacağına dair her gün toplantı üzerinde toplantı düzenleniyor.
Başkent’te hassas bir şekilde izlenen bir diğer nokta da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD Başkanı Donald Trump’ın daveti üzerine 13 Kasım’da yapması planlanan o kritik ziyaret…
Geçen gün Cumhurbaşkanı Erdoğan bazı soru işaretleri olduğu gerekçesiyle 13 Kasım’la ilgili daha net karar vermediğini söylemişti.
ABD siyasi tarihinde az rastlanır şekilde 435 sandalyeli Temsilciler Meclisi’nde 400’ün üzerinde, hem Cumhuriyetçilerden hem de Demokratlardan destek alarak Türkiye’ye karşı art arda geçen iki tasarı dikkate alınırsa, 13 Kasım’a kadar önümüzdeki yaklaşık 10-11 günlük sürenin pek parlak geçeceği söylenemez.
Biri sözde Ermeni soykırımı, diğeri ise Barış Pınarı Harekatı nedeniyle Türkiye’ye yönelik yaptırımları öngören yasa tasarıları tabii ki önce Senato’da oylanacak ardından da başkanın onayına sunulacak.
Bu konuda öncelikle kafa karışıklığını gidermek gerek; ABD yasalarına göre hem Temsilciler Meclisi, hem de Kongre’de salt çoğunlukla kabul edilen tasarı başkan onaylarsa yasalaşıyor.
Ancak ABD Başkanı imzalamazsa tasarılar tekrar önce Temsilciler Meclisi’nde sonra da Senato’da 2/3 oy oranı ile kabul edilirse bu kez ABD Başkanı’nın veto yetkisi kalmayabiliyor.
O nedenle ki, bu karışık durumda 100 sandalyeyle ABD Senatosu ve ardından Başkan Trump’un tavrı çok belirleyici olacak. Art arda olumsuz tablolar yaşanırsa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington ziyaretinin ihtimalinin pek yüksek olduğu söylenemez! Aslında Amerika’da özellikle Ukrayna’da yaşanan süreçle ilgili Trump’ın karşılaştığı azil sürecini de düşünürsek iç siyaset çok karışık.
Trump’ın azledilmesini isteyen ciddi bir siyasi oluşum mevcut, bu oluşum Türkiye’ye yönelik tasarılar üzerinden hem Trump’ı köşeye sıkıştırıyor, hem Amerika’nın Suriye’den asker çekmesine rest çekiyor, hem de Amerikan müesses nizamına göre Türkiye ile daha pragmatik ilişkiler isteyen Trump’ın 13 Kasım’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesini engellemeyi planlıyor.
ABD’de bazı siyasi çevrelerin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington ziyaretini iptal etmesi için ellerinden gelen provokasyonu yapması da şaşırtıcı olmayacaktır. Bu çerçevede, PYD-PKK terör kadrolarının ABD’de ağırlanması ve bunlara yönelik sürekli bir tavizkar politikaların izlendiğini göreceğiz.
Ancak bu diplomasi ve siyaset, ABD’nin Türkiye ile yaşadığı git geller, bütün bunları yan yana koyduğunuzda bu 10 gün Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği açısından, alanda yaşanan mevcut konuların olumlu ya da olumsuz seyretmesi açısından çok belirleyici olacak.
Suriye’de Amerikalılarla yapılan mutabakattan, F-35 alımına kadar birçok başlığın kaderi de bu 10-11 güne sığacak gibi görülüyor.
Ne olursa olsun gelişmelerin Türkiye’nin lehine olması dileğiyle..