Mayısın 17 sinin 2019’u idi…

Ata yurdumdan binlerce km uzakta… Ne çalan kilise çanları ne de yabancısı olduğum dil…

Uzaklarda olmak hep farklı bir lisan, kültür ve inanç içinde olmuş olmak için yeryüzünde olmaya inanmak gibi bir hissin yazısız, sözsüz evetiydi; sessizce içimde hayata dair var olma inancım…

Güneş cama vurup ışığıyla huzursuz etmese uyanacağım yoktu…

Evet yine o gün gelmiş diye içimden geçirip gülümsedim sanki her gelmesinde biraz acı, biraz sızı biraz da keder koyar gider gibi…

2018’den de ağır sızılarla uzun süre yetecek keder koymuşluğu vardı bu takvimin ama hayat her anının yaşanmışlığıyla ömür olmuyor mu cevabı sabah sabah yanan sigarayla vücudumu saran belli belirsiz bir keyfe dönüverdi.

Akşam ne içmiştik biz, çünkü başımda o sevmediğim tuhaf bir ağrı vardı evet şarap içmiştik ama ağzımdaki o tat da sabaha kalan iyikisiydi… Sonra belli belirsiz bir küfür savurdum şikayet etmeyi bırak an da kal, anı yaşa, diye…

İtalyan komşum sevgilisini eve getiriyordu, selamlaştık… Kız çok genç ve hamile…Çocuk ben yaşlarda…İlk evliliğinden 10 yaşlarında bir oğlu var…Hala dışarıdayım gözlerimi kapattım yüzümü güneşe döndüm nikotinin ve akşamdan kalan sarhoşluğumun tadını çıkarıyorum…

Evet yine o tuhaf baş dönmesi belli belirsiz bir mide bulantısı ama neden bilmem sanki o an öyle donup kalsın hissinde bir huzur var gözlerimi açtığımda gideceğinden korktuğum… Elimi yanağıma götürdüğümde hatırladım “ aç karnına sigara içme, kahvaltı hazır, kalkınca pencereleri aç evi havalandır çıkarken kapat… Bugün her şey sensin, bence gönlünce yaşa…”  sabahtan kulağımda kalanları elim yanağıma değince hatırladım…

Evet bugün zaman ben… Gönlümce yaşamayacak olsam ne işim var buralarda diye, kıkırdamalı bir gülüş… İnsan kendine bile cilve yapabiliyor…

Zaten bu çocuk yanım olmasa benden geriye ne kalır diye çok zaman düşünmüyor değilim… Gülümsedim parmaklarım yanmasa sigaranın bittiğini fark etmeyeceğim. Bir tane daha yaktım nasıl olsa görmez ya… Yine gülümsedim bu sefer içimden… Mutfağa geçtim akşamki kadehi yıkamak için konduğu yerden aldım hala kurumuş şarap artıkları akşamı hatırlatır biçimde yerli yerindeydi…

Şarap, sigara ve gülüşü içimde hayat… Gözlerim kapalı sırtım duvarda iki elim dolu yanağımdaki güle güle ve dondurulmuş zaman… Gözlerimi açtığımda İtalyan gitmiş hamile sevgilisi camdan bakıyordu… Ben kızın hiç güldüğünü görmedim… Dostoyevski’nin romanlarındaki kadın karakterler gibi; siyah beyaz…

Telefonuma gelen mesajla ana döndüm ama bakmadım tahmin ediyordum kimden, neden… Daha Pforzheim’a gideceğim; bırakılmış kocaman bir liste… Nasıl benim günümse… Biliyorum geç kalıyorum. Ağlıyor mu yoksa her zamanki gibi o aynı imgenin sabitlenmiş alışıldık hali mi belli değil… Usulca soruyorum “ya sen hangi yazarın karakterisin” diye alışıldık ve o şımarık cevap “Kafka”… Sonra da o alaylı gülüş…

Bence bu kız için bir umut var! ya sen…?

Derin bir nefes çekip içime hayattan kocaman bir huzur çalıyorum… Hiç bırakasım yok ama hala sigaram ve şarabım var… Şarap mideme değmeden sigara ciğerime ulaşıyor bile hamile kız hala pencerede… Arındırılmış cinselliklerimiz ve sanat festivalleri için çekilmiş Fransız filminin bir sahnesi gibi an… Zamanın ilk aşklarında evlenseydim sanırım bundan büyük olurdu diye aklımdan geçen belli belirsiz düşüncelerden daha belirgin olan, acaba ne düşünüyor sorusunun beynimi kemirir merakıydı…

Gelen telefonun bangır bangır zil sesiyle kendime geliyorum evet gelen iletiye dönülmeme, uyuyorum cevaplı bir dönüş algılanmış ki mecbur kalınmış bir aramayla güne ilk sesli merhaba telefonda oluyor. Uyuyakalmışım dediğimde sanki öncesinde koca bir ömrü onunla sürükler gibi bir duygu beliriyor sözümün bitişinde…

Malum bugün zaman ben ve her sözcük gönülden geçerse yüreğe değer denilen bir ana dahil bugün o yüzden bıraksın zaman, şımarıklıksa dibine kadar yaşayayım belki acıyan yanlarım gülümser…

Hızlıca hazırlanmalıyım önümde kocaman bir gün vardı; yarısı çok eski zamanlarda kalmış bir anı gibi yaşanmış kalan yarımda da Pforzheim’a gitmeliyim ve bırakılmış listeyi ömre katmalıyım…

Bugün ben bundan yıllar yıllar önce Anadolu’nun daha elektrik bile gelmemiş, derme çatma tahtalarla çakılmış tuvaleti toprak damda olan, İki göz odalı kerpiç evi Abisiyle paylaşan rençper bir babayla, tarla işçisi bir ananın daha kundaktaki ilk erkek evlatlarına küçük kardeş olacak ben bir köy ebesi yardımıyla, bir evde her şey olan o tek göz odada dünyaya gözlerimi açacağım…

Bir yanıt yazın