FETÖ ile mücadelenin miladı çok tartışılıyor.
Hükümetin eğilimi 17-25 Aralık 2013 tarihi…
Oysa bu örgütün geçmişi 1960’ların sonuna; devlete sızmaları, kumpasları ciddi bir şekilde 1980’lerde başlıyor. Yani karşımızda yaklaşık 50 yıllık bir örgütlenme var. Zaten eski MİT Müsteşarı Emre Taner de, TBMM’de oluşturulan komisyonda, bu örgütü 1970’lerden itibaren izlemeye başladıklarını açıklamıştı.
Örgütün kuruluş sürecini, yapısını ve izlediği stratejiyi incelediğimizde, karşımızda sadece bir terör değil, kendi ülkesi aleyhine istihbarat başta olmak üzere ciddi bir faaliyet silsilesi görüyoruz. Eğitimden istihbarata TSK’dan Emniyet’e, yargıya kadar birçok alanda faaliyet gösteren bir istihbarat ve terör örgütlenmesi…
Sızdılar, kurdukları kumpaslarla kendilerine yer açtılar.
Bu nedenle her açıdan incelenmesi gereken bir örgütlenme ile karşı karşıya olduğumuzu, militanların itiraflarından, iddianamelerden, mahkeme safahatlarından çıkan bilgilerden anlıyoruz.
Savcılarımız, Hakimlerimiz, Polislerimiz, İstihbaratçılarımız hem yurt içinde hem yurtdışında ellerinden gelen mücadeleyi yürütüyor.
Bir taraftan bu örgütle mücadele sürerken öbür yandan sürdürülmesi gereken bir başka mücadele de bilgi mücadelesidir. Çünkü meselenin sadece güvenlik, kriminal, istihbari boyutu yok. Hem bu örgütle mücadelede hem de gelecekte tarikat, STK veya başka bir kamuflajla yine benzer örgütlenmelerle karşı karşıya kalmak istemiyorsak, çok kapsamlı düşünmek zorunda değil miyiz? Bu işin sosyolojik, dini, tarihi, diplomatik, pedagojik, psikolojik vs. boyutlarını ne yapacağız? Her seferinde topu kolluk güçlerimize, yargıya, istihbarata mı atacağız? Olmamalı… Bu, birkaç araştırma, yazı ile olacak mücadele değil. Derine inilmeli.
Bu boyutla ilgilenmesi gereken ana merkez ise elbette üniversiteler. Ancak dikkatimi çeken bir nokta şu: Çok az sayıda öğretim görevlisi haricinde üniversitelerden ve hocalardan bu konuda ciddi bir mücadele görmüyorum. Gören varsa, bizleri de bilgilendirirse çok sevinirim. Ancak bu mücadelede gerek üniversite yönetimlerinin bir planlaması gerekse öğretim üyelerinin çok organize bir hareketliliği yok.
Örneğin Sosyoloji, Uluslararası İlişkiler, İlahiyat, Psikoloji vs. bölümleri, Eğitim Fakülteleri hocaları bu konuda ciddi bir çalışma yürütürse, bu örgütlenmenin temeline inebilirsek belki de mücadele çok daha başarılı bir boyuta evrilecek.
Ayrıca hocalarımız çok sayıda yurtdışı bağlantısına sahip. Farklı farklı ülkelerin üniversitelerinde dersler veren, tanınan öğretim üyelerimiz var. Yine yurtdışı ve araştırma burslarıyla Türkiye dışında çalışmalar yapıyorlar. FETÖ militanlarının yurtdışındaki karalama kampanyaları göz önünde bulundurulursa, hocalarımızın bağlantıları ve gerçekleri yansıtabileceği çalışmaların mutlaka etkisi olacaktır. Çalışma yaptıkları ülkelerin akademik çevrelerinden başlayarak bu alçak örgütün, zararlarını, eğer kendi ülkelerinde bu yapıya izin verilirse o ülkelerin bile ulusal güvenlik sorunu haline geleceğini anlatmaları, çabalamaları gerekmez mi?
Elbette bunları yapan hocalarımız vardır. Ancak gördüğüm kadarıyla çok azınlıktalar.
Burada önemli bir ayrıntı da özellikle de üniversite yönetimlerinin çalışma yapacakların arkasında durmasının önemi. Hatta bir planlama çıkarması da gerekir.
Bu konuda kimse “devlet bir planlama yapsın/izinsiz olmaz” deme lüksüne sahip değil. Vatan savunmasının kimseden alınacak izne, çıkarılacak plana ihtiyacı yok. Kimse önüne plan koymuyorsa, sen yaparsın bir plan ve ülken için mücadele edersin. FETÖ ile gerçek anlamda mücadele eden gazeteciler izin mi alıyor? FETÖ kumpaslarıyla boğuştuğumuz dönemlerde kumpasa uğrayan asker, polis, hakim, savcı izin alarak mı mücadele etti? FETÖ’cüler onları kumpaslarla sürdürttü, açığa aldırttı, buna rağmen yine mücadelelerinden vazgeçmediler. Devlet, FETÖ’den arınmak için onlara “gel” diyene kadar kendi çabalarıyla mücadelelerine devam ettiler. Gazetecilerle beraber yeri geldi cezaevine bile girdiler, ama bu alçak örgüte karşı bir adım geri durmadılar. O mücadeleler sayesinde bu alçak örgütlenmenin gerçek yüzü çok daha net bir şekilde ortaya konuldu.
Özetle üniversitelerimizin ve hocalarımızın artık taşın altına elini koymasının zamanı gelmedi mi?