Çok zaman çok şeyi konuşup onca kıymeti sıradanlaştırıp genel geçer her halden yapıveriyoruz.
Bence öyle olmamalı bazı kıymetler mıh gibi çakılmalı akla. Aklın her zerresine ve her an duyumsanmalı mesela –sevmek- …-aşk-… emek, değer, onur, vefa!…
Hayallerimiz ve adı sonsuzluk konacak umutlarımız… Sanat, felsefe ömrümüzün yitmeyen an’a kıymet katan yaşanımları olmalı…
Dün biraz bunlardan vardı şükür ki o dünü ömre katan şanslı insanlardanım…
Keşke daha çok katsaymışım bunları ömrüme. An bunların coşkusuyla ömrüme biraz daha hayat katsaymış ama o gün o kadarmış ne diyeyim…
Haftalarca; tiyatro, opera, sinema gezerdik… Ne izlenmedik film ne gidilmedik oyun, bale, sergi koyardık… Sular seller gibi bilirdik; sanatı, müziği, gündemi! Severdik, âşık olur şiirler okurduk yare…
Güneşi beklerdik o uyanmalı ölüme yatmadan o güzel ömre değer kafayla… Sarılırdık sıkı sıkı sanki bugünü görür gibi…
Korkumuz ne yalnızlıktı ne uyanamamak, korkumuz hayalsiz, sevgisiz umutsuz kalmaktı. Yoksa cebimizde ne varsa hepsi an için bitmeye yay yüklü basit birer değişim aracıydı. Bize ömrün keyfini kendi sanal değerinde yaşatabilecek nicellikte…
Sahip olduğumuz yaşanmışlıklar zenginliğimizdi… Kaçan bir oyun üzüntümüzdü, arayıp bulamadığımız kitaplar da… Sergi sergi gezer nerede bir etkinlik var gider katılırdık… Yar aramazsa, biz arar bulamazsak ölmek gibi bir şeydi hala tarif fakiri olan…
O kalkan ilk kadehler yok mu? biz dışında hiçbir şeye kalkmadı. Ama biz hiç aynı kalmadı ben dışında. Fakat o kadeh de hiç inik kalmadı hep kalktı fakat içinden onuru, şerefi umudu, aşkı eksik tutmadan…
Ankara ömrümün adını sen koymuştum bir zaman. Kaç gece, kaç ömür, yağmuru, ayazı karı, fırtınası ayaklarımın üstünde, başımda sevdalar. Evin yolunu tutmuştuk, tutmuştum günün geceye elveda deyip güneşe hoş geldin der zamanlarında…
Güneşin doğduğunu görmeden battığını fark etmezdi can, nasıl bir enerji nasıl bir arzuydu o hayata dair hiç dinmeyecek istek sönmeyecek ateş… Aşk ne kadar onurluysa ne kadar içinde emek ve vefa varsa acısı da o kıymette olmalıydı. Yoksa ömrün sıradan paylaşımlarda bir gönül eğlencesine dönerdi.
Yaşanmış onca şey. O sığ insani dürtülerin basit aç tok beşeriyetinde yaşanan içgüdüsel bir sürece dahil olup an’ı güne bağlar ve zamanla yürek de mide gibi sıradan bir organa dönüşür giderdi!..
Yaşadığın ömrün bir anlamı olmalıydı… Ankara’ya vefamız bundandır; bize içinde keşkesi pişmanlığı olmadan sevmeyi, adam olmayı öğrettiği için… Her şeyle herkesle yollarımız ayrıldı… Köyüme döndüm… Yazı kışı her mevsimi toprak ben… Özlediğim o kadar çok şey var ki ama şükür cana olan sevdam beni yalnız koymuyor…
Dün yüreğimi hoyrat doyumsuz vefa fakiri kılsaydım bugün bu huzurum olmazdı. Kendi dinginliğinde, ömrün hatırlı kıymetinde bir hayatı bana umut ve hayal güzelliğinde yaşanır kılan her daim dil ve gönülden düşmeyen vefa halidir…
İnsan bir şeyi yarına ertelememeli yarın kocaman bir yalan bahanesi hazır olan…
Yaşa; an seni neyin içine koyduysa. Aklına uyup, iyiyi güzeli ideali arama. Gönlüne uyup şiiri aşkı sevdayı ara. Yolun insan umudun vefa hayalin aşk olsun…
Hayattan büyük sürprizler bekleme onu ancak sen sana yaparsın… Paraya pula bel bağlayıp hayallerini nicel maddi kıymetlere de bağlama. Mutluluk sahip oldukların kıymetinde sana gelir eksiği fazlası olmaz sende olduğuncadır…
Nereden mi biliyorum… Yaşadıklarımdan… Toprak üretmek insanın hamuruymuş, çekirdeğiymiş, insanın essahından mayasıymış, insan bunu hemen öğrenmiyor bunun da zamanı varmış…
Şükür ki bunları öğrenmek için ömrümüz olmuş…