Diyarbakırlı annelerin eylemi PKK’ya psikolojik olarak büyük darbe indirdi. Onların arkasındaki üst akla, adını açık koyacak olursak ABD liderliğindeki emperyalizme de… HDP Diyarbakır İl Başkanlığı’ndaki bir anne açık açık ne diyordu: “Bunlar gavura, Amerika’ya çalışıyor.” Açıkça Kürt, PKK terör örgütünün ve yandaşlarının Haçlı’nın piyonları olduğunu çok iyi biliyor. Zaten dünyanın en gerici teolojik hedeflerinden olan “Arz-ı Mev’ud (Vaadedilmiş Topraklar” hedefini sahiplenenlerden, dile getirenlerden Türk’üyle Kürt’üyle büyük Türk milletine hizmet etmesini beklemek saflık olurdu. Kürt kökenli vatandaşlarımız da hiç saf değil. Gerçekleri görüyor, bunun Emperyalizmin Haçlı/Siyonist saldırısının parçası olduğunu biliyor. 

“Peki neden karşı çıkmıyor” diye sorabilirsiniz. Emin olun yanılırsınız. Karşı çıkmadığını söylemek o insanlarımıza haksızlık olur. İstanbul’un deniz kıyısında “direniş” sözleri söylemek, Ortadoğu coğrafyasının keşmekeşliğine sınır olmadan ahkam kesmek kolay. O insanlar binlerce, evet binlerce yabancı istihbaratçının ve onların işbirlikçilerinin ortasında Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkmak için ellerinden geleni yapıyorlar. İtirazlarını söylemiyorlar mı? Evet, yeri geliyor, münferit olay bile olsa, yaşanan bir haksızlıkta itirazlarını seslendiriyorlar. Sizin, bizim gibi. Bizler bazen kızmıyor muyuz? Görevini yanlış yaptığını düşündüğümüz bir devlet görevlisine veya kurum yetkililerine isyan etmiyor muyuz? Bu bizi vatan haini mi yapıyor? Hayır. Kızmamıza, tepkilerimize rağmen devletimizden, topraklarımızdan bir gıdım tavizi savunmuyoruz. Onları da böyle düşünün. Devletin bazı politikalarını eleştiren Kürt hain değildir. Bizim gibi yanlışı görüp kişiye ya da politikaya itiraz ediyordur. Ama asla bu vatandan bir gıdım tavizi savunmuyor. Bölgeye her gittiğimde duyduğum cümle “Bizi ayıramazlar”dır. 

Ancak oradaki fark şu: Biz burada devleti açık açık savunduğumuzda başımıza bir şey gelmeyeceğini, gelirse de devletin hesap soracağını, terör unsurlarını ezeceğini biliriz. Oradaki insanlar işte bu konuda bizden farklı bir yaşam içinde. Emperyalizmin “İyi şeyler olacak” adı altında yaptığı saldırının etkisiyle terör örgütü bir dönem maalesef o bölgelerde sokaklara bile hakim olmuştu. Açık açık örgüte karşı çıkmak, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türk ile Kürt birliğini savunmak, örgüt açısından infaz gerekçesiydi. Güvenlik güçleri kışlalarına, karakollarına çekilmişti. Halk sokakta terör örgütüyle baş başa kalmıştı. Hep hatırlatıyorum: Muş Bulanık’ta o esnafın başına gelenleri siz de hatırlayın. Terör örgütünün “eylemimize kepenk kapatarak destek verin” dayatmasına itiraz eden ve dükkanını açık tutan esnaf nasıl saldırıya uğramıştı? Ailesini geçindirdiği ekmek teknesini ve kendisini silahla savunmak zorunda kalmış, iki eylemciyi öldürmüştü. Terör örgütü yandaşları ve günümüzün sözde özgürlükçü, özde faşizmin en doruklarındaki bazı liberaller o esnafı suçlamış, bu kişilerin hakim olduğu basın organlarında suçlu saldırganlar değil, dükkanını savunan esnaf ilan edilmişti. Ne JİTEM’ciliği kalmıştı, ne Ergenekonculuğu… Tek suçu (!) ailesini geçindirdiği ekmek teknesini savunmaktı.

Maalesef o dönem o esnafın arkasında kimse durmaya cesaret edememiş, o da dükkanını, evini bırakıp ailesiyle başka yere taşınmak zorunda kalmıştı. Linç böyle bir şeydi. Orada vatanını, devletini, aileni, ekmeğini savunmak suçtu.

İşte devletin misyonu burada çok önemli. Devlet vatandaşının arkasında durduğu zaman, o insanlarımız “Ben burada örgüte karşı mücadele ederim ve devletim de bana bir şey olmasına izin vermez” duygusunu hissettirdiğin zaman o insanlar örgüte karşı bayrak kaldırmak için hazır bekliyor.

Anneleri cesaretlendiren olayın, üç belediyedeki görevden almalar olduğunu unutmayın. Devlet bu örgüte ve yandaşlarına darbe indirdiğinde, çocuklarını örgüte kaptıran veya örgütün kaçırdığı çocukların aileleri bile haklı bir şekilde PKK’ya isyan bayrağını kaldırıyor. Yetkililer de bundan ders çıkarmalı: Bizlerin, yani tüm vatandaşların gücümüzü devletimizin doğru politikalarından aldığımızı görmeliler. Zalime acımasız mazluma kol kanat geren Devlet ve gerçek anlamda adalet çok önemli. Zalime sessiz kalınırsa neler olabileceğini hendek/barikat kalkışmasında, 15 Temmuz’da yaşadık. Ama ne zaman ki devlet o zalimlere demir yumruğunu gösterdi, vatandaşlar olarak hepimiz cesaretlendik. 

Velhasıl kelam, devlet güçlü olursa, emin olun örgütü çökertecek esas güç Türk’üyle, Kürt’üyle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizdeki vatandaşlarımızdır. Zaten bu son eylem, örgüte psikolojik olarak büyük darbe indirmiştir. Sivilleri sindirip arkasına almayı amaçlayan terör örgütü, bu politikalar sayesinde vatandaşların itirazlarıyla karşılaşıyor artık. Murat Karayılanların, Mustafa Karasuların paniğinin nedeni bu. Kendi evlatları Avrupalarda gününü gün eden birilerinin telaşlanması bu yüzden.

Örgüt, bu panikle yeniden sivilleri hedef almaya başladı. Diyarbakır’ın Kulp ilçesindeki saldırı bunun en açık göstergesi. Bu saldırıyla bölgedeki sivil vatandaşlara “Bana karşı gelmeyin” mesajı gönderiyor. Ancak artık macun tüpten çıktı. Hepimiz gerçeği görüyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, iktidarıyla muhalefetiyle siyaset mekanizması, sivil toplum örgütlenmeleri, biz gazeteciler ve milletimizin tamamı o insanların arkasında olduğumuzu hissettirirsek, PKK terör örgütünün en önemli militan kazanma kaynağını kuruturuz. Bütün ailelere cesaret verir, o çocukları örgütün alçak liderlerinin kollarına bırakmayız.

İşte o zaman, gerçek anlamda bir açılım, çözüm süreci üretiriz. Zaten düşmanlarımız, terörsüz bir Türkiye’nin, içeride ve dışarıda elinin ne kadar güçleneceğini bildikleri için ülkemize çullanıyor. Bu saldırıyı bertaraf etmenin formülünü o anneler, aileler yeniden gözümüzün önüne serdi: Devletiyle, milletiyle cesur olmak, birlikte hareket etmek.

***

DAVUTOĞLU DENİNCE AKLIMA GELEN

Çok sayıda olay akla gelir aslında. Ancak benim aklıma gelen şu: Hatırlarsanız, Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlık ve AK Parti Genel Başkanlığı’ndan ayrılma süreci 2016 yılının Mayıs ayında gerçekleşti. Bu olayla ilgili 5 Mayıs 2016 tarihinde derin ABD’nin (CFR) dış politikadaki yayın organlarından Foreign Policy’de bir yazı kaleme alındı. Yazının başlığı aynen şuydu: “America Loses Its Man in Ankara-Amerika Ankara’daki adamını kaybetti”. Bu yazıya internet üzerinden ulaşabilirsiniz. John Hudson imzalı yazıdaki şu ifade dikkat çekiciydi: “Davutoğlu ABD için güvenilir bir müttefik olarak görülüyordu ve Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkede artan otoriterliğinin yanında itidalli bir duruşa sahipti. Kendisi geniş ölçüde becerikli ve saygın bir diplomat olmanın yanında İslam Devleti’ne karşı sürdürülen savaşta Amerika için çarpışan Kürtlere karşı daha fazla toleransa sahipti.”

Derin ABD yayın organının, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’ndan “Amerika’nın adamı” olarak söz etmesi ve PYD terör örgütü kastedilerek “Amerika için çarpışan Kürtlere daha fazla toleransa sahipti” ifadelerini kullanması garip değil mi? 

Bir yanıt yazın