Türkler’in tarih sahnesine ilk çıkış yeri, Tayga adı verilen Sibirya ormanları olarak biliniyor. Proto (Birinci/İlk) Türkler, burada yaşadıktan sonra adım adım Orta Asya ve Avrasya bölgesine yayılmışlar. Tarih boyunca büyüyerek, gelişerek, farklı coğrafyalardaki insanlarla karışarak bugünkü siyasi, kültürel, coğrafi gücünü almıştır. Yani Türk, bilimsel veriler dayanak gösterilerek antropolojik anlamda bir ırkın değil milletin adıdır. Örneğin dünyaca ünlü Türkolog Jean Paul Roux da Türk milleti tanımını bu çerçevede ele alıyor:
“Türk kelimesi ‘güçlü’ ya da ‘güçlüler’ anlamına gelmektedir ve hiç şüphesiz ki bu sıfat kavime ya da boya ilişkin bir özelliğe değil, siyasal bir örgütlenmeye gönderme yapmaktadır.”
Milliyetçi siyasetin önemli kalemlerinden Prof. Dr. Özcan Yeniçeri, millet kavramı için ırkı değil tarih ve kültürel boyutu öne çıkarmaktadır: “Millet, tarihi ve kültürel menşei birliğine sahip insanlar topluluğudur. Bir milli kültürü paylaşanlar, bir millet meydana getirir.” (Özcan Yeniçeri, Türk Milliyetçiliği, Kripto Kitaplar, Birinci Baskı, Ankara, Şubat 2011, s. 124)
Yeniçeri, milletin bir anda ortaya çıkması veya süreç içinde oluşması gibi tanımlara da itiraz eder: “Sonuçta bir şeyin var olması başka bir şey; o şeyin var olduğunun farkına varma bilinci ise başka bir şeydir. Millet, bu anlamda eski çağlardan bu yana çeşitli biçimlerde var olan farkında olunmayan yapıların Avrupa’daki sanayileşmeyle birlikte yeni bir siyasi varlık olarak yeni anlamlarla yüklü bir biçimde fark edilmesiyle ortaya çıkmıştır.” (Adı geçen eser, s.126)
Sosyalist sol siyasetin, özellikle 68 Kuşağı liderlerinden Mihri Belli de hazırlayıp, tutuklandığı için yapamadığı bir konuşmasında “ulus” kelimesiyle anlatmayı tercih ettiği “millet” kavramı için şu tanımı uygun görmüştür: “Ulus, tarihi olarak teşekkül etmiş istikrarlı insan topluluğudur ve şu dört karakter birliği esasına dayanır: Dil birliği, toprak birliği, iktisadi hayat birliği ve ulusal kültürde birlik içinde beliren ruhi şekillenme birliği.” (Teori Dergisi, Ağustos 2014, s. 6)
Özetle bu tanımlarla anlatılan milletler içinde gerek binlerce yıllık köklü medeniyet kültürü, gerek çağ açıp çağ kapatması, gerekse emperyalizme ilk darbeyi indirmesi dolayısıyla en önemlilerinden olan Türk Milleti tarihe damga vuran milletlerden biriydi. Mustafa Kemal Atatürk liderliğindeki Kurtuluş Savaşımızı veren ve Cumhuriyetimizi kuran kadro da, o dönem dünyadaki gelişmeleri iyi okuyarak Anadolu topraklarında, mirasçısı olduğu Osmanlı İmparatorluğu’ndan farklı bir sistemi kabul etti: Milli/Ulus-Devlet. Bu tanım herkesi kucaklıyordu. Irki değil, temel konularda milletin tamamının birliğini esas alıyordu. Bu sayede etnik ve mezhepsel ayrışımların önüne geçildi. Milli/Ulus-Devlet sistemi ırk değil, milli birliği oluşturacak hamleydi.
1990’larla beraber küreselleşme adı verilen dönem ABD/İsrail/AB paktının talepleri çerçevesinde “Yeni Dünya Düzeni” dayatmasıyla açılmıştı. Türkiye, hedef alınan ülkelerin başında geliyordu. Derin bir millet kültürü olan Türkiye, 12 Eylül öncesi ve sonrası altyapısı oluşturulan, Soğuk Savaş sonrasında da düğmesine basılan etnik ve mezhepsel ayrıştırma politikasının hedefi haline geldi. Dayatılan politika “Eyalet sistemiyle büyürüz” ambalajı içinde sunuldu. Hatta 12 Eylül darbesinin lideri Kenan Evren, darbeden hemen sonra eyalet sistemini düşündüğünü, ancak o dönemin şartlarının buna elvermediğini söyledi. Evren, 2007 yılında yaptığı açıklamada “Türkiye 8 eyalete bölünmeli” diyerek bu eyaletleri şöyle sıraladı: Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Erzurum, Diyarbakır, Eskişehir, Trabzon. (Hürriyet Gazetesi, 1 Mart 2007)
Evren, bu açıklamasını yaparken 1980 sonrası düşüncesini şu kelimelerle açıkladı:“Daha 1980’li yılların başında bunları düşündüm. Çünkü Ankara’dan 81 ile hakim olmak zor. Uykularım kaçıyordu.”
AK Parti’nin o dönem bazı politikaları muhalefet kanadından, özellikle de Deniz Baykal liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi’nce çok eleştirildi ve eyalet/federasyon politikası olarak değerlendirildi. Günümüzden bakıldığında o dönemki AK Parti kadro ve yönetici profili akıllara geldiğinde bu politikaların neden savunulduğu çok da anlaşılmaz değil. Ancak yıllar sonra Milli/Ulus-Devlet modelinin günümüzün ilacı olduğu daha iyi anlaşıldı. Aynen Kurtuluş Savaşımızdaki gibi Ankara güçlü olursa tüm Türkiye, hatta bölgemizdeki mazlum halklar güçlü olacaktı. Bu, çok net anlaşıldı. Çünkü Ankara düşerse, milli devlet, dolayısıyla Türk milleti ve etrafımızdaki mazlumlar düşecekti.
Evren’in açıklamasının üzerinden yıllar geçti. Bu tartışmaları geride bıraktık derken, 31 Mart yerel seçimleri öncesinde CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan Ekrem İmamoğlu, partisinin 27 Aralık 2018 tarihinde Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlediği aday tanıtım toplantısında şu sözleri söyledi:“İstanbul tek başına bağımsız bir ülke olsaydı, dünyanın ilk 25-30 büyük ekonomisi arasında yerini alırdı. Bu yüzden, İstanbul Ankara’dan yönetilemez; yönetilemiyor. İstanbul, iradesi bağlı yöneticiler tarafından yönetilemez; yönetilemiyor. İstanbul eski model yöneticiler tarafından yönetilemez; yönetilemiyor!”
İmamoğlu, bunun için seçimi kazanması durumunda İstanbul için bir “Kent Anayasası” yazacaklarını açıkladı. İmamoğlu, YSK kararı olmadığı için kesin olmayan seçim sonuçları çerçevesinde mazbatasını aldı. Ne yapacak bilinmez. Ancak Türkiye’nin sayılı Kamu Yönetimi uzmanlarından eski CHP Yöneticisi ve Milletvekili Prof. Dr. Birgül Ayman Güler bu sözleri çok çarpıcı bir şekilde yorumladı: “Küreselciler model değiştirdiler. Hedef yine aynı. Şimdi tek dünya devletinden değil şehir devletlerinden söz ediyorlar.” (Veryansın TV (Youtube), 26 Nisan 2019)
Güler, bu planın argümanı olarak şu ifadelerin kullanıldığına dikkat çekiyor: Dünyanın ekonomisi ve nüfusu mega şehirlerde, onun biraz daha küçüğü olan büyükşehirlerde toplandı. Ulus-Devletler bu şehirlerdeki potansiyelin ortaya çıkmasına engel olmaktadırlar. Şimdiye kadar mega-büyük kentler bir devlete, bir ülkeye bağlıydı. Hala da öyle. Bu, dünyanın potansiyelini gerçekleştirmesini engelliyor. O halde, ülkeler ve devletler şehirlere bağlansın. Bunu da küresel ağ medeniyetiyle yapacağız.
Paralellikleri gördünüz değil mi? Bütün bu gelişmeler, Türk Milli Devleti’ne daha sıkı sarılmamız gereken bir döneme işaret ediyor gibi. Siz ne dersiniz?