“FETÖ’cülerin yatacak yeri yok” derken samimiyiz. Bu ülkeye öyle zaman kaybettirdiler ki, maşası oldukları emperyalistlerin politikaları çerçevesinde Türkiye’nin elini kolunu bağlamaya
çalıştılar. Bu uğurda canlarımız gitti, bedeller ödedik. Bu zalim politikalar ve içimize sızanların alçaklıkları kardeş halklara da zarar verdi. Neydi amaç peki: Emperyalistlerin ve onların
şımarık çocuğu Yunanistan/Rumların çıkarlarını korumak.

Örnek mi arıyorsunuz. İşte en somut örneği Libya. Aytunç Erkin, dünkü köşe yazısında NATO’nun neden Libya’yı hedef aldığını yazdı. Erkin’in yazısını okumanızı tavsiye ederim. Ben de bu yazımda, sıklıkla karşılaştığımız “Batılılar Doğu Akdeniz’de bunları yaparken, biz ne
yapıyorduk”
 sorusunu yanıtlamaya çalışacağım.

Türk donanması, 2000’li yılların başından itibaren Doğu Akdeniz’e yoğunlaşmıştı. O dönemlerde Rumlar, gayri meşru bir şekilde Münhasır Ekonomik Bölge çalışmaları yapıyordu. Deniz Kuvvetlerimizin çalışmaları ise Rumları ve arkasındakileri rahatsız ediyordu.

O dönem Deniz Kuvvetleri Karargahı’nda Plan Prensipler Başkanı Tümamiral Cem Gürdeniz komutasında hummalı çalışmalar yürütülüyordu. 2009 yılının son günleri yaklaşırken bir gün Gürdeniz’in yanına Strateji ve Prensipler Şube Müdürü olan Albay geldi. Bu Albay, yaptığı bazı çalışmaları aktararak Türkiye ile Libya arasında bir deniz sınırı olduğunu aktardı. Dinledikleri, Gürdeniz’in dikkatini çekti ve o subaydan bu bilgileri Deniz Kuvvetleri Komutanı’na
aktarmasını istedi. Bu süreçte o Albay Kuvvet Komutanı’nın da yanına gitti ve tespitlerini aktardı, bu tespitlerin “oyunu bozacak bir hamle” olduğunu ifade etti. Anlatılanlar Kuvvet Komutanı’nın ilgisini çekti ve “bunu üst makamlar nezdinde gündeme getirelim” dedi. Bunun
üzerine Albay, “Komutanım benim bu konuyu teknik olarak biraz daha çalışmam, çeşitli yöntemler kullanarak ölçmem, teknik kullanarak ortay hattı net olarak bulmam lazım, ondan sonra arz edelim” dedi. Komutanın uygun bulması üzerine o Albay, Cem Gürdeniz’in de bilgisi
dahilinde gecesini gündüzüne katarak haritalar üzerinde çalışmaya başladı. Çalışma günler, haftalar, hatta aylar sürdü. Yıl 2010’du artık. Çalışmalar neticesinde ölçüm haritaları şekillendi.

Bu çalışmalar daha sonra, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı üst düzey bir toplantıda Erdoğan’a da takdim edildi. Bilgiler Erdoğan’ın ilgisini çekti. Kısa bir süre sonra
Libya’ya gideceğini ve bu konuyu Kaddafi ile özel olarak konuşacağını belirterek dönemin Kuvvet Komutanının da geziye katılmasını istedi. Çalışmaları yapan Albay’ın da geziye katılması kararlaştırıldı. Albay hemen haritaları, İngilizce ve tercüman kullanarak Arapça,
takdim ve anlaşma metinlerini hazırladı. Ancak gezinin iptal olduğu bilgisi gelince İstanbul’a gelen Komutan ve Albay Ankara’ya döndü. Her ihtimale karşı, harita ve dokümanları Başbakan Erdoğan’a ilettiler.

Onlar Ankara’ya dönerken 29 Kasım 2010 tarihinde, yani bir gün sonra ziyarete tekrar karar verildi. Kuvvet Komutanı ve Albay Ankara’ya döndükleri için geziye katılamadı.

Başbakan Erdoğan başkanlığındaki Türk heyeti Trablus’a vardığında, Libya lideri Muammer Kaddafi’nin sıcak ilgisiyle karşılandı. Kaddafi, Erdoğan’la görüşmesinde “Birçok liderle görüşmemiz var ancak ilk sizinle başlamayı uygun gördük; zira onur konuğumuzsunuz” dedi.
Erdoğan görüşme masasına İstanbul’da kendisine bırakılan haritaları açtı. Harita, Libya ile Türkiye arasındaki deniz sınırını da gösteren ölçüm haritalarıydı. Haritalar şunlardı:

Erdoğan, Kaddafi’yi bu haritalardaki ölçümler üzerinden deniz sınırı konusunda bilgilendirirken, iki lider ilerleyen dönemde çalışmaları sürdürmek için mutabık kaldı. Ayrıca Dışişleri Bakanlıklarına bu süreci başarı ile sonuçlandırmak üzere devam etmeleri talimat
verdiler. Dışişleri’nin yanı sıra Deniz Kuvvetleri’nde Cem Gürdeniz ve bu çalışmanın mimarı komutan da çalışmalarını sürdürdü. Sonrasında ne olduğunu söyleyeyim.

17 Aralık 2010- Rumlar ile İsrail, gayri meşru bir şekilde MEB anlaşması yaptı.

18 Aralık 2010- Doğu Akdeniz’e sınırı bulunan Müslüman ülkeleri kasıp kavuran Arap Baharı başladı.

17 Şubat 2011- Libya’da olaylar başladı (Kaddafi, Ağustos’ta devrildi, 20 Ekim 2011’de adeta parçalanarak öldürüldü)

Elbette bu tarihlerin arasında da çok sayıda olay gerçekleşti. Ancak bunların, Doğu Akdeniz’deki gelişmelerden bağımsız olduğunu düşünmek ya safdil ya da art niyetli bir bakış açısını gerektirir. Peki
Türkiye’de aynı tarihlerde ne oldu? Onu da söyleyelim:

11 Şubat 2011- Türk Deniz Kuvvetleri’nin amirallerinin yarısı olan 25 amiral ile 100’e yakın deniz subayı (komodorlar, gemi/birlik komutanları) Balyoz kumpası ile tutuklandı.

O tarihte birileri adeta, Türk Donanması’na üzerinden Türkiye’ye “Doğu Akdeniz’de/Libya’da ne işiniz var” mesajı vermişti. Allahtan Gladyo/FETÖ’nün kumpas/operasyon gücü zayıflatıldı da bu dönem kumpas kuramıyorlar.

Tekrar hatırlatayım, Erdoğan-Kaddafi görüşmesi 29 Kasım 2010’da gerçekleşmişti. Tarihin bir cilvesidir ki, Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında yapılan “Deniz Yetki Alanları” anlaşması, bu görüşmenin 9’uncu yıldönümüne iki gün kala, 27 Kasım 2019
tarihinde yapıldı.

Özetle, bu çalışmaları yapanlara sahip çıkın. Çıkın ki, yeniden o kara günlere dönmeyelim.

Ha unutmadan, sözünü ettiğimiz Albay kimdir, onu da açıklayayım. O dönem Strateji ve Prensipler Şube Müdürü olan Albay’ın ismi Cihat Yaycı’ydı. Yaycı, kumpaslardan sonra pasifize edilmiş, o da günümüzde konuştuğumuz çalışmalara yoğunlaşmıştı. FETÖ’ye karşı
mücadele başlayınca yeniden Deniz Kuvvetleri’nde etkili görevlere geldi.

NOT:Bu yazıdan dolayı Montrö Boğazlar Konferansı ile ilgili dizi yazıma ara verdim. Konferansın kalan bölümlerini ileriki yazılarda yazmaya devam edeceğim.

Bir yanıt yazın