16. yüzyıl ozanlarımızdan Muhyiddin Abdal’ın, Fazıl Say tarafından “İnsan İnsan” diye derlenen ölümsüz eseri şöyle başlar:

İnsan insan derler idi
İnsan nedir şimdi bildim
Can can deyu söylerlerdi
Ben can nedir şimdi bildim.

Bilen bilir, bu eseri eskiden beri çok severek dinlerim. Koronavirüs döneminde yeniden yeniden dinliyorum.

İnsanlık direniyor çünkü. İnsanın yeniden kendini tanıdığı bir dönemden geçiyoruz. İnanın yaşadığımız bu dönem, 100’lerce yıl sonra bile tarih kitaplarında çok önemli yer tutacak. Tarihi yaşıyoruz.

“Gözümün gördüğü hiçbir şeyden korkmam” diyen insanların karşısına görünmeyen bir düşman çıktı. Bir virüs. Sorumlusu o, şu, bu… Hiç kimseyi, milleti suçlamıyorum, suçlamanın da doğru olduğuna inanmıyorum. Benim inancım, eğer Koronavirüs bir biyolojik silah değilse, bunun sorumlusu hepimizdir.

Birkaç yıl önce okumuştum: Küresel ısınma nedeniyle eriyen buzulların içinde donmuş olarak bulunan çok sayıda virüs, bakteri yeniden canlanacak ve zarar vermeye başlayacak. (Bkz. https://www.bbc.com/turkce/vert-earth-39874249

Koronavirüs’ün kökeni nedir bilmiyorum ama daha birçok hastalığın kapıda olduğu gerçeği ve bunun sorumlusunun da tüm insanlık olduğunu aklımızdan çıkarmayalım.

Gelelim görünen tabloya…

Sağlık boyutunu zaten uzmanlar anlatıyor. Bu vesileyle başta Sağlık Bakanımız Fahrettin Koca olmak üzere, gecesini gündüzüne katarak çalışan tüm sağlık çalışanlarımıza yürekten teşekkür ediyorum. Aynı teşekkürü, kâr amacı gütmeden tüm dünyada insanlığın direnişinin en ön cephesinde yer alan tüm dünyadaki sağlık çalışanlarına da ediyorum.

Evet, “kâr amacı gütmeden” vurgusunu bilerek, isteyerek yaptım. Çünkü ortada bir tablo var ve bu tabloda paranın her şeyi çözmediği ortaya konmuş durumda.

Koronadan Önce (KÖ)-Koronadan Sonra (KS) diye anılacak bir dönemin tam ortasındayız. Öncesi ve sonrası aynı olmayacak. Çok sayıda tartışılacak konu var. Bunları ilerleyen yazılarımızda detaylandıracağız. Ancak insanlık artık başka bir döneme giriyor, girmek zorunda.

Çünkü Batı Medeniyeti kaybetti. Geçen yüzyıl boyunca kapitalizmin zaferini ilan eden, işgaller, katliamlar, sanayileşme adına kâr hırsıyla dünyamızı mahveden Batı Medeniyeti, şu an bir virüse karşı çaresizleri oynuyor. Batı’ya iman edenler, beyinlerini, ruhlarını emperyalist/kapitalist Batı dünyasına satanlar hala “Bakın onlar şu kadar para veriyor” diye konuşadursunlar. Hala “insan hakları” nutukları atsınlar. Yaşamdan öte insan hakkı mı var? Yüzyılını aşan bir şekilde katliamların, soykırımların Batı dünyasından sorulduğunu biliyoruz.

Bakın George Washington Üniversitesi’nde iki bilim insanı olan Henry Farell ve Martha Finnemore, ABD’nin en önemli yayın organlarından Foreign Affairs’te 2013 yılında yayımlanan makalelerinde İkinci Dünya Savaşı sonrasında Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, IMF, NATO gibi yapılar üzerinden dünyaya hükmetmeye çalışan Amerikan sistemini şu şekilde tanımlamaktaydı: “İnsan hakları, demokrasi, serbest ticaret, iyi yönetişim bu sistemin çarklarının dönmesini sağlayan yağlama mekanizmalarıdır. Bu yağlama mekanizmalarıyla uluslararası alanda meşruiyet sağlanır. Diğer hukuk dışı uluslar eylemlerimiz kabul görür.” (Henry Farell-Martha Finnemore, “The End Of Hypocracy: American Foreign Policy in the Age of Leaks”, Foreign Affairs, Vol 92, No: 6., Kasım/Aralık 2013)

Prof. Dr. Hasan Köni, “Kaos-Batı Hakimiyetinin Çöküşü” kitabında “… her kurulan sistem ne kadar güçlü olursa olsun bir gün hatalarının birikimi sonucu karşısında kendisine tepki olarak gelişen başka bir sistemin yaratılmasına yol açarak, çöküp ve yerini bu yeni sisteme bıraktığı gözleniyor” vurgusunu yapmakta.

İnsanlığa zarar veren, bu dönemde kendi insanını bile koruyamayan Batı sistemi, gözle görünmeyen bir virüs nedeniyle gözle görünür bir şekilde sarsılıyor. Sağlık sistemleri virüsle nasıl mücadele edeceğini bilmiyor. Avrupa teslim bayrağını çekti çekecek. ABD’de paralı sağlık sistemi, vatandaşlarını ölüme sürüklüyor.

Buna karşın yeni bir dünyanın yükselişini görüyoruz: Asya.

Beğenelim beğenmeyelim, suçlayalım suçlamayalım Çin ve Güney Kore başarılı bir görüntü veriyor. Elbette virüsle mücadele, ilacı bulunana kadar sürecek ama bu iki farklı sistem ile yönetilen iki ülke, bu mücadelede başarılı olmuş gibi gözüküyor.

(PARANTEZ AÇALIM: Kim ne derse desin, elbette (ilk defa yaşandığı için olması doğal karşılanabilecek) eksiklikler vardır ama Türkiye’de güçlü bir direnç/mücadele mekanizması oluşturmaya çalışıyor. Devletimizin, Sağlık Bakanlığımızın, tüm sağlık çalışanlarımızın bu mücadelesine sonuna kadar destek vermek, uyarılarını dinlemek gerekiyor.)

Peki gelecekte ne olacak? Yeni dönemde ne tartışılacak? Madde madde aktaralım:

– Bu süreçte güçlü merkezi yapıların mücadelesi daha etkili olmuş gibi görünüyor. Güçlü, merkezi ve (Batılıların dayattığı gibi değil sahte değil gerçek anlamda) demokrat devlet modeli yeniden önümüze konacak.
– AB ülkeleri örneğinde olduğu gibi sınırlar yeniden kesin çizgilerle belirlenecek. Schengen gibi sınır anlaşmaları yeniden gözden geçirilecek.
– Sağlık sisteminde devletin etkisinin artması da konuşacağımız konulardan biri haline geldi.

Elbette özel sağlık sisteminde görev yapan çok değerli sağlıkçılar var. Ancak görüldü ki, devlet müdahalesi olmadıkça bu tür tehditlerle mücadele edilemiyor. Kamucu sağlık sisteminin önemi de, ilerleyen dönemlerde konuşacağımız gündem maddelerinden olacak.
Bunların en başında da insanlık “Biz nerede yanlış yaptık” diye kendisini sorgulayacak.

UYARI: Bir medeniyet çökerken saldırganlaşacaktır. Aynen masallardaki canavarlar gibi. Bu canavara karşı gereken birlikteliği göstermezsek, daha büyük zararlar görürüz. Bu nedenle hep beraber olmak zorundayız.

Bu maddeleri ilerleyen yazılarda detaylandırırız.

Ancak görünen şu ki, bu süreçten en az hasarla çıkan ülkeler, gelecek 50-100 yılda dünyada söz sahibi olacak.

NOT: Ergenekon’dan çıkışın 4657’in yıldönümü nedeniyle büyük Türk dünyasının Nevruz Bayramı’nı kutlarım. Hep beraber nice Nevruzlar kutlayacağız.

Bir yanıt yazın