En baştan eğip bükmeden Libya’nın geleceğinin masaya yatırıldığı Berlin konferansında Türkiye’nin anlaşma imzaladığı meşru yapı olan ulusal mutabakat hükümetiyle, isyancı Hafter’in neden ateşkes anlaşması imzalamadığını söyleyelim:

Ateşkesi tabii ki Libya’da bu şekilde güçlü oluşunu borçlu olduğu aktörler olan Rusya, Fransa, BAE, Suudi Arabistan ve Mısır istemedi!

Yoksa siz, tamamen sözlerinden dışarı çıkamadığınız bir güç grubunun ateşkesle ilgili ricasına uymayacaksınız ama öte yandan tüm askeri ve mali varlığınızı gücünüzü bunlardan alacaksınız… Size akla mantığa uygun geliyor mu?

Aktörler sadece bunlar değil… Gördüğümüz kadarıyla ABD’sinden Çad’ına; Yemen’inden İngiltere’sine kadar herkes bu işin içinde, bir yerlerde.

Sonra da Hafter sanki tüm dünyaya meydan okuyormuş gibi; “Ne yapalım ateşkes olmadı ama belki Birleşmiş Milletler’de 5+5 komisyon kurulur orada barışa giden yol tesis edilir” deniliyor.

Hafter’de öyle bir cesaret var ki Berlin’de tüm dünyanın önemi aktörleri yerini almışken, daha da ileri gidiyor Trablusgarp’ta topçu atınışa başlıyor, saldırıya geçiyor!

Komplo teorilerini pek sevmeyiz ama bu da uluslararası güç dengelerini biraz yakından takip eden kimsenin aklına yatmıyor.

Çünkü Hafter’den kendi menfaatleri adına el artırmasını istiyorlar!

Her fırsatta uluslararası hukuktan dem vuran güçler her ne hikmetse bu kez petrolü bol Libya’nın bu ali kıran baş kesen isyancı Hafter’ine, “Sen meşru hükümete karşı doğru şeyi yapmıyorsun” deme gereği bile duymuyorlar.

Ama yine de Berlin konferasının önemini küçümsememek gerekir, Türkiye’nin yaptığı deniz yetki anlaşması ve askeri işbirliği anlaşması olmasa bu Berlin konferansı kim bilir ne zaman yapılacaktı!

Türkiye’nin bu hamlesi üzerine başta Yunanistan olmak üzere paniği hep birlikte izliyoruz, Hafter’i Libya’dan özel uçakla Atina’ya getirecek kadar işi azıttılar! Görünen o ki bir tek yanımızda İtalya var… O da Fransa ile çekişmesinden dolayı…

Ama bu Berlin konferansı olmasaydı bugün belki de Sarac hükümeti çoktan devrilmiş ve yeni bir trajedi yaşanmış olacaktı. Türkiye’nin varlığı bu sürecin önüne geçti.

Türkiye’nin şu an oradaki mevcudiyeti Berlin konferansından da öte bir “güvenlik sigortası” özelliğinde. Dünyanın geleceği, insanların mutluluğu, huzuru ve barışı BM’ye bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir!

Bunun acı sonuçlarını Bosna’da Boşnaklara karşı o alçak katliamda gördük! BM’nin nasıl vahşete göz yumduğunu hep birlikte hatırlıyoruz.

O nedenle şimdi topun BM’ye havale edilmesinden ziyade, oradaki insalar açısından yüreklere su serpen tek gerçek Türkiye’nin varlığı.

“Türkiye’nin orada ne işi var?” diye soranlar da oluyor… Tabii bu demokrasinin gereği, isteyen istediği görüşü seslendirebilir. Ama bunu sorarken vicdanımızdan da ayrılmayalım, bu sorunun aynısını Rusya’ya, Fransa’ya ve Irak’daki tüm aktörlere de soralım!

Yeni dünya düzeninde maalesef net bir kural var, evet faturası ağır ama kuralın adı: Yoksan yoksun!

Önümüzdeki süreç enteresan bir döneme gebe, Hafter’e ne kadar daha bu aktörler “yürü” diyecek hep birlikte göreceğiz ama bu isyancının Türkiye’nin varlığına rağmen Trablusgarp’a yürümeye cesaret edip edemeyeceği de sonuçları açısından kendisinin bileceği iş…

Türkiye’nin asla ve asla bir muharip pozisyona girmeyi düşünmediğini biliyoruz ama caydırıcı olarak bir yerde bulunması gerekirse bu da o adımları atmayı beraberinde getirir.

Ümit edelim barış, sağduyu ve akıl kazanır. İnşallah bunu Hafter’in suflörleri de anlar….

Bir yanıt yazın