Soçi’de dördüncüsü gerçekleştirilen Astana zirvesi Türkiye’nin temelde iyi niyeti ile ve Suriye’nin geleceğine yönelik kaybetmediği inancı ile yürütülmeye çalışan bir süreç.
Bu zirvenin beşincisinin Sayın Cumhurbaşkanının da ifade ettiği gibi İstanbul’da yapılması planlanıyor.
Zirve sıkıntılı süreçten de geçti ancak Suriye’nin stabilizasyonu çabalarına da önemli katkılarda bulundu.
Ama Türkiye bugün bu zirvede belirleyici aktörlerden biri olarak yer alıyorsa bunun en önemli ayaklarını şüphesiz ki Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatı’nda kontrol altına aldığı bölgeler ve beraberindeki güç oldu.
Ben şöyle görüyorum;
Batının bir Cenevre süreci var. Bir de Türkiye, Rusya ve İran’ın devam ettirdiği Astana’da başlayan ve dün de dördüncüsü gerçekleştirilen toplantılar serisi var.
Cenevre süreci farklı bir koldan ilerleyerek hem Astana sürecini baltalamaya çalışıyor, hem de kendi istek ve dileklerini dikte ettirmeye çalışıyor. Bu Suriye’de ekstra kaosa da sebep oluyor. Şüphesizki batının da planlarını yapma hakkı var ama bunun koordinasyonunda ilk yapılanlarla beraber yürünmesi çok daha iyi olurdu.
Ama şu da var. Birincisi Astana sürecinde önemli aktörler var. Türkiye, Rusya, İran. Fakat her birinin Suriye ile ilgili olmazsa olmazları var. Bu olmazsa olmazlar da zaman zaman dün satır aralarında gördüğümüz gibi çakışabiliyor.
Özellikle altını çizmek gereken noktalar var. Dün İran lideri Ruhani, Türkiye’nin Adana Mutabakatı’nı hayata geçirmesi ve aynı şekilde Suriye ile de görüşmelere en üst seviyede başlamasını seslendirmeye gelmiş. “Suriye ile ilgili endişelerimiz sürüyor. Terör temizlenmeli, istikrara kavuşmalı” gibi klasik cümlelerin haricinde ayıkladığınızda bizimle ilgili elinizde kalan Adana Mutabakatı ve Suriye ile görüşün ricası ile diktesi…
Rusya ise üstü kapalı olarak Suriye rejimi ile ilgili Türkiye’ye telkinlerini diplomatik bir ifadeyle yeniden seslendirdi.
Bununla birlikte Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna olan hassasiyeti ve muhtemel operasyonları ile ilgili olarak Rusya da İran da pek istekli olmadıklarını gösterdi.
O kadar enteresan bir denklem var ki, Suriye herhalde yakın siyasi tarihin en ciddi tecrübe kazandıran coğrafyalarından biri haline geldi. İnşallah Suriye’de orta ve uzun vadede bir çözüm olur.
20 Ocak’ta Afrin’deydik. Görevlilerimiz orada çok ciddi bir özveri ile canla başla oranın toparlanması için çabalıyorlar. Ama bu tek başına Türkiye’nin çabaları ile yeterli olmuyor. Bunun içine güvenli bölge de dahil.
Şimdi bu çok açık satranç tahtası var Suriye’de. Ama siz bu tarafta tek başınıza oturuyorsunuz. Karşınızda aynı anda birden fazla hamle yapan ve birden fazla rakibin olduğu bir tahtada mücadele ediyorsunuz. Ve dışarıdan müdahaleler de oluyor. Ceplerinden çıkarıp taşları yeniden yerine koyuyorlar.
Şimdi bazen görüyorum, Suriye ile ilgili analizlerde, 3 ay, 6 ay, seneye şu olur, bu olur diye. Ben Suriye ile ilgili yapılacak analizlerin (O kadar hızlı değişkenler var ki) en fazla 48 saatle 72 saatle sınırlı olabileceğini düşünüyorum. Çünkü bir açıklama yapılıyor tüm kartlar yeniden dağıtılıyor. Bir açıklama daha geliyor, o kartlar alınıp yeniden dağıtılıyor. Türkiye’de günlük siyasi planlamalarını buna göre yapmaya başladı. Türkiye kimseye güvenmeyip işbirliğine zorlaması gerektiği gibi bir formülasyonu da geliştirdi.
Kaos sadeleştirmesi diye bir şey var stratejide. Kaos sadeleştirmesini yapabiliriz. Çünkü çok ciddi kaos var.
Birinci Türkiye’nin milli hassasiyetleri var bunların gerçekleştirilmesi isteniyor.
İkincisi Rusya’nın milli menfaatleri var. Üçüncüsü burada ABD’nin devam eden planları var. Arap dünyasının ABD tarafından angaje edilmesi gibi bir durum söz konusu. Diğer batı ülkelerinin planlarını ise net olarak göremiyoruz.
Geçen akşam çok yansımadı haberlerde ama Amerikan Savunma Bakan Vekili Patrick M. Shanahan’ın açıklamaları vardı ki, “gözlem gücü oluşturacağız” dedi.
Yabancı ajanslardan baktım ona açık açık sormuşlar. Ne kadar güç? Kim yönetecek? Nerelerde konuşlanacak?
O da “Bunların detayları belli ama açıklamam mümkün değil. Fakat batılı müttefiklerimizle bunu konuşuyorum” dedi.
Demekki Amerika biraz da ‘cambaza bak’ durumu uyguluyor. 2 bin 200 askerinden bahsediyor. Büyük bir rakam da değil aslında. “Çekilmek” ifadesini sık sık kullanıyor. Biz de bunu tartışıyoruz ama öte yandan ‘Gözlem gücü’ diye bir şey icat edilerek batının da angaje olduğu, NATO’nun da buna dahil olduğu (ki NATO’nun en büyük müttefiki Türkiye. Türkiye’ye bununla ilgili bir soru soruldu mu bunu da merak ediyorum) bir şeyler kurtarmaya çalışıyorlar.
Dün Türkiye özellikle altını çiziyor. Burayı güvenli bölge yapalım ama güvendiğimiz müttefiklerle bir şeyler yapalım. Ama öte yandan “gözlem gücü” diye bir şey ortaya atılıyor. Gözlem gücü derken oraya koruma bandı mı çekecek bilinmiyor.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın Soçi’den dönerken uçaktaki gazetecilere yaptığı önemli açıklamalar var. Detayına hakimim ama ambargolu olduğu için onların emeğine saygı çerçevesinde çok fazla detay vermeden anlatacağım.
Bu konuda gündeme gelmiş ve özellikle Adana mutatabakatı konusu da konuşulmuş.
Şunun altını çizeyim. Bir kere Adana Mutabakatı ile başlamak lazım. Esed rejimi ile ne olup olamayacağını anlamak için. Adana Mutabakatı 20 Ekim 1998 tarihinde Adana’da Suriye ve Türkiye tarafından baba Hafız Esed’in zamanında imzalanan bir anlaşma idi.
Suriye Devletini yani şu anda Esed rejiminin bizzat PKK’ya topraklarında izin vermeyeceğine ilişkin bir sürü söz verilen, mutabakat maddelerini içeren bir anlaşmaydı.
Burada şimdi bizim anladığımız Adana Mutabakatı ile Rusya ya da İran’ın ima ettiği mutabakat arasında farklar var. Bu çeşitli görüşmelerde Rusya ve İran’a iletiliyor. Burada Suriye ile Türkiye’yi aynı masaya oturtmak var. Türkiye ile Suriye hangi düzeyde aynı masaya oturur ya da Türkiye Suriye ile aynı masaya oturmayı kabul eder mi? Ben Sayın Cumhurbaşkanının Suriye ile aynı masaya oturup fotoğraf vereceği kanaatinde değilim.
Ama yine de bazı açıklamaları hatırlıyorum. ‘Düşmanın ipini elinden bırakmayacaksın’ diye. O çerçevede bakıldığında belki de Suriye ile güvenlik bazlı temaslar olabilir. Ama Esed rejimini birebir referans alan kıstas alan bir görüşmeler trafiği başlar mı onu sanmam. Daha aşağı seviyelere geldiğinde belki güvenlik bazlı görüşmeler yapılabilir. Bunlar hep yürüyen haberler, resmi açıklamalara bakmalı. Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarını da beklemek lazım.
Dün Sayın Cumhurbaşkanı “Körfezde çok konuşanlar var” dedi ya aslında onlar ‘Konuşturulanlar.’ Kaos sadeleştirme planında Arap ülkelerinin de buna angaje olup olmayacağını netleştirmek lazım.
Sayın Cumhurbaşkanının dün 3-4 kez belirttiği bir şey var. Buradaki güvenlik endişeleri çerçevesinde burada örgütlenen terör gruplarının temizlenmesi. Bu terör gruplarının da hangisi olduğunu Ankara açıklıyor. PYD, YPG, PKK eksenindeki örgütler. Bunun oluşması için bir güvenli bölge gerekiyor.
Güvenli bölge için ortada şöyle bir çıkmaz da var. Biz ABD ve Rusya’ya güvenebileceğimizi hissettirmek istiyoruz. Bir şeyler yapın diyoruz. Ama aynı anda devletin resmi ajansından da geçtiği gibi Rusya ile YPG’nin devriye fotoğraflarını görüyoruz. ABD ile PYD’nin ortak devriye fotoğraflarını görüyoruz.Bu şartlar altında resim o kadar karışıyor ki.
Ama Türkiye’nin İdlib’de Tel Rıfat’ta, Fırat’ın doğusunda ve Münbiç’te dört ana noktayı aklımızdan çıkarmamamız lazım. Bir Afrin kadar büyük olmasada çeşitli noktalarda bir operasyonal dokunuş, anlık istihbarata dayalı harekatlar olacaktır.
Fakat şunun altını özellikle çizmek lazım burada Suriye rejimi mi daha çok angaje olacak, batıdan gelecek gözlem gücü mü devreye girecek, Araplar mı devreye girecek, Rusya yeni bir formülasyonla mı ortaya çıkacak, İran ortalığı ne kadar karıştıracak? Bunları yan yana koyduğunuz zaman Türkiye’nin çok ama çok dikkatli olması lazım. Tek çare de hiç kimseye güvenmeyip işbirliğine mecbur eden altyapıyı sağlamak.
O altyapı da Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı ile oluşturulan bölge ve özellikle İdlib’e, Tel Rıfat’a, Münbiç’e ve Fırat’ın doğusundaki eksene çok dikkat etmek lazım.
Güvenli bölgeyi konuşurken, güvenli bölgenin güvensiz olması için girişimleri bu hafta içinde görebiliriz.