Türkiye Cumhuriyeti Devleti, açılım süreçlerine nokta koyduktan ve 15 Temmuz saldırısını püskürttükten sonra son derece stratejik jeopolitik hamleler yaptı.
– Doğu Akdeniz’de emperyalist planlamayı, paylaşımı yerle bir etti ve etmeye ediyor.
– Bununla bağlantılı olarak Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile yine dengeleri alt üst eden bir işbirliği yapıp, Deniz Yetki Alanları Sınırlandırması Anlaşması yaptı. UMH ile yapılan güvenlik ve askeri işbirliği anlaşması ile de ABD, İsrail, BAE başta olmak üzere Körfez ülkeleri üzerinden yapılan saldırıları askeri olarak durdurdu ve Hafter güçlerini geriletmeye başladı.
– Suriye’de ABD’nin “kara gücü” PYD/YPG terör örgütünü Afrin’de, Resulayn’da, Tel Abyad’da ve çevre bölgelerinde bozguna uğrattı, “Akdeniz’e açılacak ABD-İsrail koridoru” rüyasını kabusa çevirdi. Barış Pınarı Harekatı sırasında İsrail basını tarafından yapılan “6 yıllık plan 6 günde çöpe gitti” değerlendirmesi boşuna değildi.
– PKK terör örgütü yurt içinde bozguna uğratıldı, Irak’ın kuzeyindeki inlerinde de kıskaç giderek daralıyor. Örgüte katılım neredeyse sıfıra yaklaşmış durumda.
– FETÖ ve benzeri Türkiye Cumhuriyeti düşmanı yapılanmaların unsurları, tamamen olmasa bile etkili bir şekilde operasyonlar ve yöntemlerle temizleniyor. Ancak bu yapıların kripto unsurlarının hala devlet ve etkili kuruluşların içinde olduğu yönünde ciddi bilgiler de aktarılıyor. Şu anki durum, açık operasyon yapamayacak hale getirilmeleri.
Özetle şu an güneyimizdeki durum, emperyalistlerin hiç de arzu etmediği bir tablo. Bu nedenle planları bozulanların, etkili bir reaksiyon vermeyeceğinin garantisi yok. RAND Corporation ve ABD Kara Kuvvetleri Koleji’ne bağlı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü tarafından hazırlanan raporlarda, Türkiye içinde ABD’nin yeniden nüfuz oluşturmasının yolları üzerine Amerikan yönetimine ve ordusuna öneriler sunması bununla bağlantılı. Tasfiye edilen ve NATO’cu üst kimliği üzerinden tanımlanabilecek yeni bir yapılanmaya gitmek istiyorlar. Zaten mevcut yapı içinde de mutlaka NATO’cu diye tanımlanabilecek isimler vardır. Bu NATO’cular bilmesi gerekenlerce de biliniyordur umarım. Buna ek olarak sözünü ettiğim kripto unsurların varlığı tehdit algımızı yüksek tutmamıza neden oluyor.
Son günlerdeki darbe tartışmalarına bu çerçevede bakmakta fayda var. Darbeler NATO, yani Gladyo operasyonlarıdır. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın birçok bölgesinde NATO bünyesindeki gölge ordular (Bu ordular için “arkada/geride kal” olarak Türkçe’ye çevrilen, görünmeyen, perde arkasındaki güç anlamında Stay Behind tanımı kullanılır) çok sayıda darbeyi örgütlediler.
Bu gölge ordular sadece NATO tedrisatından geçen askerlerden oluşmaz. Bunlar karşımıza sivil ve farklı meslek gruplarından kimliklerle çıkabilir. Hatta siyaset olarak bizden bile görünebilir. Bunu yapmalarının nedeni, önce darbe, müdahale süreçlerinin şartlarının hazırlanmasının gerekliliğidir.
Hafızai beşer nisyan ile maluldür hesabı 15 Temmuz öncesini hatırlayın. Görünmeyen bir kuvvet bütün terör örgütlerini harekete geçirmişti. PKK bir yandan saldırıyordu, DAEŞ/IŞİD öbür yandan… İnsanlarımız sokağa çıkmaya, metroya binmeye, kalabalık yerlerde bulunmaya korkar olmuştu. Başta İstanbul ve Güneydoğu illerimiz olmak üzere Türkiye’nin önemli yerlerinde terör dalgası estiriliyordu.
Bununla paralel olarak psikolojik harp yöntemleri içerdiği çok net olan yayınlar yapılıyordu. Bu yayınlar üzerinden iktidar ile muhalefet tabanı arasındaki makas açılıyor ve toplum gerilim yaşıyordu. Ayrıca iktidarın ülkeyi yönetemediği, güvenliği sağlayamadığı algısı oluşturuluyordu.
Aynı dönemde Amerikan düşünce kuruluşları ve basın organları üzerinden “Türkiye’de darbe olabilir” yayınları yapılmaya başladı. Adım adım algılara yönelik “bir askeri müdahale” nakşedildi.
İşte şartların olgunlaştırılması bu şekilde gerçekleştirilmişti.
15 Temmuz’dan 17 gün önce DAEŞ tarafından gerçekleştirilen ve 48 kişinin hayatını kaybettiği Atatürk Havalimanı saldırısı bu sürecin son noktası oldu.
Artık şartlar olgunlaşmıştı. Hazırlıklarını uzun süredir yaptığı davalarda ortaya çıkan FETÖ harekete geçirildi ve 15 Temmuz gecesini yaşadık. Bu saldırı (ki aslında 15 Temmuz’u NATO’nun FETÖ eliyle Türkiye’yi işgal girişimi olarak tanımlamanın daha doğru olduğuna inanıyorum) püskürtülmeseydi çok büyük ihtimalle, Batı ülkelerinden bir iki yetkili çıkacak “insan haklarına riayet” uyarısı (!)yapılacak (tiyatrosu oynanacak) ve darbe yönetimi Batılı ülkeler tarafından tanınacaktı. Bilemeyiz ama belki de dönemin ABD Başkanı Barack Obama’nın kulağına biri eğilip “Our boys have done it-Bizim çocuklar işi bitirdi/başardı” bile diyeceklerdi. Ama onların çocukları başaramadı ve Türkiye Cumhuriyeti bu saldırıyı püskürttü.
Sonra da yazımın girişinde madde madde aktardığım Türkiye’nin karşı hamleleri yapıldı. Bütün bunlara rağmen karşı tarafın boş durduğunu sanmayın. Diyorum ya, adamların küresel stratejileri açısından hayati önemdeki planlarını bozduk. Bu nedenle alttan alta bir çalışma yürüttükleri kesin.
Bugünlerde bir anda yükselen Muhafazakar-Atatürkçü tartışmalarını dikkatle izlemekte fayda var.
Kim ki Atatürkçülük adı altında dine/dini değerlere hakaretin zeminini oluşturuyor, onlara iyi bakın.
Kim ki, dindarları Kurtuluş Savaşımızın Başkomutanı, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk üzerinden Atatürkçülere karşı kışkırtıyor, kafanıza bir soru işareti sokun.
Benzer oyunu 12 Eylül öncesinde oynayıp başarılı oldular. Onların maskesi “Atatürkçü, dindar, milliyetçi” görünebilir. Ama ne Atatürkçüdürler ne dindardırlar ne de milliyetçidirler. Doğrudan gölge orduların unsurudurlar. Onlara verilen görev, tartışmayı çatıştırmaya çevirmek, kaosu beslemek, özetle şartları olgunlaştırmaktır.
Devam edeceğim…