Esengül, 1979’da öldüğünde henüz 24 yaşındaydı. Kısa bir hayatın ardında uzun ve karmaşık bir hikaye ile bir dolu eser bıraktı. Duru bir su gibi akan sesi ve hüzünlü melodileri vardı.
Esengül’ün hayat serüveni 24 Eylül 1954’te İstanbul’da başladı. Annesi Piraye Ağan konservatuvar mezunuydu. Küçük Esen, ilk müzik eğitimini annesinden aldı. Ardından İrfan Özbakır ve Abdullah Nail Bayşu ile çalıştı. Esengül adını ona Bayşu taktı.
Esengül, 15 yaşındayken yapımcı Ayhan Çoşkun’un açtığı ses yarışmasında birinci oldu. İlk 45’liği olan “Aşkımı Süpürmüşler” birkaç ay içinde hit oldu ve Esengül, 16’sında sahnelerin ışıltılı dünyasına adım attı. Emel Sayın’ın alt kadrosunda çıktığı Lunapark’taki ikinci programından sonra Bebek Belediye Gazinosu’ndan gelen assolistlik teklifini kabul ederek büyük bir sıçrama yaptı. Şöhret basamaklarını tırmanırken Dikmen Gazinosu, Ankara Köşk, İzmir Akasyalar, Semiramis ve Maksim gazinolarında boy gösterdi.
Şan ve şöhret kuşu omuzlarına konduğunda Orhan Akçınar’la evliydi. Yıldızı parlayınca genç çift arasında şiddetli geçimsizlik başladı ve boşandılar. Esengül, öyle Emel Sayın ya da Ajda Pekkan gibi sahnede ağırbaşlı duran bir şarkıcı değildi. Gazinoda seyircilerin arasına akan podyumunda dolaşır, önüne gelene mavi boncuk dağıtırdı. Soyunma odası çiçeklerle dolar, devrin ünlü çapkınlarıyla namlı kabadayıları kapısında kuyruk oluştururdu.
O ise, Adnan Şenses’e aşıktı. Hatta aralarında imam nikahı bile kıymışlardı. Fakat, Şenses’le Esengül’ün ilişkisi fazla sürmedi. Bir gece yarısı Şenses’i terk eden genç şöhret, Beşiktaşlı ünlü futbolcu Tayfun Kalkavan’a kaçtı. Bu ilişki de fazla sürmedi. Yeraltı dünyasının tüm şöhretli kabadayılarının adı Esengül’ün ismiyle yan yana yazılmaya başladı. Esengül sadece magazincileri değil, polis istihbarat elemanlarını da ardı sıra sürüklüyordu. Yalancı keklik gibiydi… Sahnelerin prensesinin ardından iz süren sivil polisler, aranan suçluları avlayıp kafese kapatıyordu.
İlişkileri çok karışıktı. Bir mafya bozuntusunun eline tutuşturduğu silahla gazinoda ateş edince soruşturmadan geçirildi. Bu soruşturma sırasında polislere, yeraltı alemi hakkında bildiklerini bir bir okuduğu söylenir. O alemle oynaşıyor, kader de onunla cilveleşiyordu. Acımasızlığıyla ünlü kabadayı Oflu İsmail bir gece gazinoya geldi ve belinden çıkardığı otomatik silahı masaya koydu. Oflu İsmail, Esengül’ün söylediği şarkıyı yarıda keserek “Benim için Taht Kurmuşsun Kalbime şarkısını söyle” diye bağırdı. Olaya müdahale eden gazino sahibi Akbulut Karaoğlu ve şef garson tabancadan çıkan kurşunlarla öldürüldü. Takvimler 31 Mart 1979’u gösteriyordu ve Esengül için geriye doğru sayım başlamıştı. Ama o bunun farkında değildi. Yaşadığı şoku birkaç gün içinde atlattı ve fırtınalı yaşamına geri döndü.
Semiramis’teki çifte cinayetin üzerinden 19 gün geçmişti. Esengül, zengin işadamı Faruk Özfıratlı ile geç saatlere kadar eğlendi. Özfıratlı da evli ve iki çocuk babasıydı. Sonra Beyoğlu’na doğru yola çıktılar. Ataköy’den geçerken caddenin ortasındaki kalasları son anda fark eden Faruk Özfıratlı fren yaptı ama arabanın frenleri tutmuyordu. Bir köprünün bariyerlerine bindirerek durduklarında, bariyer korkuluklarından biri Esengül’e, diğeri birkaç gecelik arkadaşı Özfıratlı’ya saplanmıştı. 18 Nisan 1979 gecesi meydana gelen bu kaza sırasında Esengül’le Özfıratlı olay yerinde hayatını kaybetti. Perde kapandı.
Aslında perdenin tamamen kapandığı söylenemez. Çünkü, kazanın ertesi günü İstanbul dedikodularla çalkalanıyordu. Söylentilere göre Özfıratlı’nın arabasının fren telleri o gece birileri tarafından ustalıkla gevşetilmişti. Yıldırım Çavlı’ya göre “Mafya bir hesabı kapattı” diyenler vardı. Polis tutanaklarına, “aşırı alkol ve hız” olarak geçen dosya, trafikten araştırmaya, oradan da cinayet masasına gitti ama bir sonuç alınamadı.
Esengül’ün ömrü kısaydı ama geriye uzun bir hikaye ve bir dolu eser kaldı. Yönetmenliğini Oksal Pekmezoğlu’nun yaptığı “Yansın Bu Dünya” filminde Saadet Sun, Adnan Şenses ve Yaşar Yağmur’la başrolleri paylaştı. Sanat yaşamına 23 adet 45’lik, dört kaset, bir de film sığdırdı. 1978’de bir yıl gibi kısa bir zamanda “Bir Yoksula Rastladım”, “Uçup Giden Gençliğime”, “Beterin Beteri Var” ve “Gel Otur Arkadaşım” adlı kasetleri piyasaya çıktı. Longplayleri ise ölümünden sonra yayınlandı. Ölmeden kısa bir süre önce, yeni bir sinema filminin başrolü için teklif almıştı.
Esengül’ün albümlerini o zamanlar Türkiye’nin köklü plak şirketlerinden Uzelli yayınlamıştı. Şirketin başına geçen ikinci kuşaktan Metin Uzelli, şimdi binlerce eserden oluşan arşivinin en seçkin albümlerini birer birer gün ışığına çıkarmaya karar verdi. CD formatında piyasaya çıkarılan ilk , Esengül albümüne iki isim birden verilmiş: “Beterin Beteri Var” ve “Taht Kurmuşsun Kalbime.”
Esengül’ün ardından çok şeyler söylendi, sayfalar dolusu yazılar kaleme alındı. Murathan Mungan, “Bir Kutu Daha” adlı kitabında, geç yaşında uçup giden bu sanatçı için şunları yazmış:
“…Şimdi çok kişinin anımsamadığı 70’lerde ardı ardına plaklar yapan Esengül diye bir şarkıcı vardı. Arabesk müziğin klasiği sayılabilecek, çoğu Abdullah Bayşu ile Orhan Akdeniz imzalı “hit” şarkıların sahibidir. Meyhanelerin vazgeçilmez sesi olmuş, o yıllarda özellikle Anadolu’da bir fırtına gibi esmiştir. O dönem için hayli moda olan, şarkıları hafif hıçkırarak söylemek, yapmacık vurgularla sesi dalgalandırmak gibi bir üsluba sahiptir. Sesine savunmasızlık, yaralanabilirlik kazandıran bu üslup, içli ve dokunaklıdır. Yapmacıktır ama, asla samimiyetsiz değildir…”