Önceki gün Rusya Dışişleri Bakanlığı, Doğu Akdeniz’e yolladığımız ikinci sondaj gemimiz Yavuz’un Kuzey Kıbrıs’ın doğusuna ulaşmasının ardından “Kıbrıs’ın egemenliğinin ihlâl edilmemesi” çağrısı yaptı. Açıklamada Fatih sondaj gemimizin çalışmalarına da atıf yapılarak “Bir başka Türk araştırma gemisinin de Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölgesine girdiği haberlerinin ardından, bölgedeki gelişmeleri kaygıyla izliyoruz” denildi.
Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın ‘Kıbrıs’tan kastettiği Rumlar’dı. Tabii ki bu açıklama herkesi şaşırttı. Çünkü S-400 anlaşması yaptığımız, Suriye’de Batı politikalarına karşı Astana birlikteliğini oluşturduğumuz, ilişkileri stratejik seviyeye çıkarmayı hedeflediğimiz Rusya, Batı’lı devletlerin Doğu Akdeniz’daki yıkıcı politikasında Türkiye’nin yanında değil, karşısında bir görüntü verdi. Avrupa Birliği’nin 3 gün önce benzer uyarıları yaptığını hatırlarsak, “Rusya Doğu Akdeniz’de Batı dünyasıyla mı hareket ediyor?” sorusuna yanıt aramak istedim. Bu çerçevede de Rus politikasını iyi bilenlere danıştım.
Rusya uzmanı Doç. Dr. Volkan Özdemir, Türkiye-Rusya ilişkilerindeki esas öncelikli düğüm noktasının Doğu Akdeniz değil İdlib olduğunu vurguladı. Bu mesele çözülürse ortak adımın zeminin oluşacağını belirten Özdemir, Rusların Rumlarla ilişkisinin tarihsel ve ekonomik boyutuna da dikkat çekti: “Rusların, Rumlarla tarihsel bağının yanında ekonomik bağı da var. Rum ekonomisi Ruslar açısından önemli bir offshore kaynağı. Küçücük Rum Kesiminden Rusya’ya doğrudan yatırım olarak giren para yaklaşık yılda 10 milyar dolar. Bu tür dengeler var.”
Özdemir, buna rağmen son yıllarda Rumların, ABD’ye yanaşmasının Ruslar’da rahatsızlık oluşturduğunu da hatırlatıyor. Özdemir haklı. Örneğin ABD’nin Rumlara silah ambargosunu kaldırma kararına en büyük tepkilerden bir tanesini Rusya vermişti. Rusya Dışişleri Bakanlığı, ABD Senatosu’nda onaylanan Doğu Akdeniz Güvenlik ve Enerji Ortaklığı tasarısının Rusya-Kıbrıs ilişkilerini bozmaya yönelik olduğunu vurgulayarak, yasalaşması halinde bunun sonuçlarını gözden geçireceklerini belirtmişti.
Özdemir’in açıklamalarına dönecek olursak bu durumun Ruslarla Rumlar arasında bir kırılma olduğunu belirtiyor. Ancak Rusların, Rumlar’dan kolay kolay vazgeçmeyeceğinin de altını çiziyor.
Doç. Dr. Özdemir, İngilizlerin ve Rusların Doğu Akdeniz’in genelinde, Türkiye’yi karşısına almak istemediğini kaydetti: “Sahadaki bir olguya bakıyorum. Rum Kesimi’nin parsellediği 13 tane enerji sahasında ihaleye katılan bir tane Rus ve İngiliz şirketi yok. Rus şirketleri orada ihaleye girmeyi bilmiyor mu? Biliyor. Örneğin hemen güneyinde Mısır’daki sahadaki ortaklık yapıyorlar. Lübnan ve Suriye sahaları yine Rusların elinde. Dünyanın en önemli enerji aktörü olduğu halde Kıbrıs Adası’ndaki sahalara kendi şirketlerini sokmuyor. Bu Türkiye’yi kaybetmemek için somut bir veridir.”
Son yapılan açıklamayı çok önemli görmediğini belirten Özdemir, “Bir gün sonra başka bir açıklama yapabilirler. Ruslar, her zamanki denge politikasını izlemeye çalışacaktır” dedi.
Yıllardır başta Sovyet arşivlerinde Ermeni meselesiyle ilgili çalışmalar yapan ve Rus politikasını yakından takip eden Dr. Mehmet Perinçek ile de görüştüm. Moskova Devlet Üniversitesi’nde misafir profesör olarak çalışmalarını Rusya’nın başkentinde sürdüren Perinçek, Rusya’nın Doğu Akdeniz politikasında bazı ayrıntılar olduğuna dikkat çekti: “Türkiye ile Rusya’nın hem Akdeniz’de hem Karadeniz’de çıkarları örtüşüyor. Çünkü ABD bu iki bölge üzerinden Türkiye’yi, Rusya’yı, bir anlamda Avrasya’nın ön cephesini kuşatma politikası içinde. Washington’un bu hegemonik adımlarını bertaraf etmeleri için de Ankara ve Moskova ortak hareket etmeli.”
Perinçek, Rusların, Doğu Akdeniz konusunda Ankara’ya yaklaşması için karşılıklı bazı adımlar atılmasını zorunlu görüyor. Mehmet Perinçek’e göre, bunlardan birincisinin Türkiye’nin KKTC ve Doğu Akdeniz davasına sıkı sarılması zorunluluğu. “Türkiye kendi davasına ne kadar çok sahip çıkarsa kendisine de müttefikler bulacaktır. Türkiye sahip çıkmazsa, Rusya Türkiye’ye destek olmaz” diyen Perinçek, bu konuda ortak hareket etmek için de karşılıklı bazı adımları zorunlu görüyor ve bu adımları da şu şekilde sıralıyor:
– Karşılıklı olarak KKTC ve Kırım konusunda ortak adımlar atılmalı,
– İdlib meselesi iki ülkenin hassasiyetleri çerçevesinde çözülmeli.
Perinçek’e göre bu gelişmeler yaşanırsa, Rusya’nın yanı sıra Suriye ve İran’ın da bölgede Batı’ya, İsrail’e ve onların desteklediği güçlere karşı Türkiye’nin yanında yer alacağını belirtiyor.
Benzer bir vurguyu, Putin’e yakınlığıyla bilinen ve Avrasya konusunda Rus politikalarının belirlenmesinde etkili olan Aleksandır Dugin’de yapmıştı. Dugin, dünkü Aydınlık gazetesinde yayımlanan yazısında Doğu Akdeniz’e işaret etmiş ve şunları söylemişti: “Şu an Türkiye için stratejik açıdan Doğu Akdeniz’de destek bulmak hayati bir önem arz etmektedir. Bu bölgede ABD, İsrail ve Güney Kıbrıs’la ilişkiler keskin bir şekilde kötüye gitmektedir. Ankara’nın müttefiklere ihtiyacı vardır, bu müttefikler de Suriye ve Mısır’dan başkası değildir. İdlib meselesi, bu noktada da engel oluşturmaktadır.”
Rusya’yı yakından takip eden bu isimlerin aktardıklarından çıkardığım önemli sonuç şu: Türkiye ile Rusya Doğu Akdeniz’de birbirine çok uzak değil. Ancak Moskova, Ankara’dan özellikle İdlib konusunda esneme bekliyor. Bu meselenin Türkiye’ye zarar vermeyecek bir şekilde çözümü, anladığım kadarıyla Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de de elini güçlendirecektir. Rusya’nın Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev’in dün Ankara’da olması ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ile görüşmesi İdlib meselesinin çözümü için çalışmaların sürdüğünü gösteriyor. Gelecek ay Türkiye’de yapılacak iki büyük zirve, artık sadece Suriye’nin değil, Doğu Akdeniz’in de geleceği açısından önemli hale gelmiş gibi.
Şunu da söyleyelim, Türkiye ile Rusya’nın Doğu Akdeniz’de de ortak hareket etmesi, aynen Suriye’de olduğu gibi bu coğrafyada da dengeleri Batı aleyhine değiştirecek bir gelişme olur. Sanırım Batı dünyası bunun korkusunu da taşıyor ve İdlib meselesinin çözümsüzlüğünü kendi lehine kullanıyor.