Koronavirüs ile yatıp Koronavirüs ile kalkıyoruz.  Bu musibet elbet bir gün bilim insanlarının mücadelesine yenik düşecek. O zamana kadar temkini ve tedbiri elden bırakmamak, çok mecbur kalmadıkça evde kalıp dışarı çıkmamaya, eğer çıkmışsak sosyal mesafe kuralına riayet etmeye, kalabalık yerlerde mutlaka maske takmaya, evlerimize döndüğümüzde gerekli dezenfekte işlemlerini yapmaya dikkat etmemiz gerekiyor.

Doğal olarak hepimiz, bilim insanlarının, uzmanların ne dediğine odaklanmış durumdayız. Ancak yine merak edilen bazı meseleler var. Bunlardan ikisi Doğu Akdeniz ve Suriye… Size bugün Doğu Akdeniz’deki son durumu aktarmak istiyorum.

Doğu Akdeniz, virüs gündeminden önce son derece dinamik bir merkezdi. Bu dinamik coğrafyada Türkiye “bekle-gör” politikası değil, son derece aktif politikalar uyguladı. Peki bu adımlar durdu mu? Elbette hayır.

Şuna emin olabilirsiniz: TSK/Türk donanması, Mavi Vatan’ımızın bu önemli alanında, Türkiye’nin, KKTC’nin gerek güvenliği gerekse milli ve ekonomik çıkarları için en güçlü şekilde görev yapmaya devam ediyor, edecek.

Önce çok kısa özet olarak şu hatırlamaları yapalım: 2000’li yıllarla birlikte Doğu Akdeniz’de deniz tabanının derinlerinde çok önemli miktarda doğalgaz ve petrol rezervlerinin bulunduğu, Yunanistan-Rumlar-İsrail’in bu konuda yoğun çaba gösterdiği, yanlarına Mısır, Lübnan, Ürdün gibi ülkeleri aldığı, Türkiye’de 2006 yılında Akdeniz Kalkanı Harekatı’nı başlatarak Türkiye ve KKTC’nin hak ve menfaatleri için mücadeleye giriştiğini, FETÖ kumpasları neticesinde donanmanın büyük darbe yediğini, bu casusluk ve terör örgütlenmişinin tasfiyesine başlanmasından sonra Türkiye’nin yeniden bölgede güçlü bir şekilde varlık gösterdiğini, son olarak da Türkiye ile Doğu Akdeniz’e kıyıdaş Libya’nın meşru hükümeti Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile deniz yetki alanı imzaladı. Kıyamet de bundan sonra koptu. Bu imzadan sonra Batı dünyasının ve Rusya’nın desteklediği Hafter güçlerinin UMH’ye karşı saldırıları arttı.

Peki son durum nedir?

Aktardığımız gibi Türkiye, UMH’ye desteğine devam ediyor. Türk donanması da bölgede varlığını sürdürüyor.

Hafter güçlerinin son dönemlerde saldırılarında yoğunlaşma göze çarpıyor. Yani Hafter, ateşkese kesinlikle uymadı.

Bir iddiaya göre Hafter güçleri, başkent bölgesinin Tunus sınırı ile olan bağlantısını neredeyse kesti.

Rus İzvestiya yayın organının iddiasına göre, Hafter’e bağlı güçler yavaş yavaş Abu Salim bölgesinde ilerliyorlar. Trablus’un doğusundaki birlikleri ise Misurata şehri yönünde ilerlemeye devam ediyor. Rus gazetesi, UMH’nin kontrolü altındaki ikinci en büyük yerleşim bölgesinin düşmesinin iç savaşta belirleyici olabileceğini belirtiyor.

Bu saldırılara karşı, UMH’nin ise yoğun topçu taarruzlarıyla düşman kuvvetleri püskürttüğü bilgileri var. Ancak Hafter’in saldırıları yoğun.

***

Ülkede ve bölgede bir İHA-SİHA mücadelesi olduğunu da söyleyebiliriz. UMH ve Hafter güçleri karşılıklı olarak İHA-SİHA’larla birbirine karşı hamle yapıyor. Hafter sadece UMH’yi değil, bölgede bulunan Türk donanmasını da İHA’lar ile hedef almaya çalıştı. Ancak © Gabya sınıfı bir fırkateynimiz, kendisine yönelen Hafter İHA’sını düşürdü. Uzmanlar, bunun doğru bir uygulama olduğunun altını çizerek, “Savaş gemilerinin kendisini tanıtmadan yaklaşan hedeflere ateş etme serbestisinin evrensel bir kural” olduğunu vurguladı.

Bunlar olurken, Libya’nın karşı komşusu AB ise tek taraflı olarak Hafter’in elini kolaylaştıracak, Türkiye-Libya anlaşmasına karşı en büyük saldırganlığı gösteren Yunanistan’ı memnun edecek adımlar atmakta. İsmini bile Yunanca “barış” anlamına gelen IRINI ifadesinden alan operasyonu başlatan AB, bölgeye silah sevkiyatını engellemeye çalışıyor. Tabii ki tek taraflı. Ruslar bile 1 Nisan itibariyle başlatılan operasyondaki hedefin Türkiye olduğunu ifade etmekte. Ancak Türkiye-Libya arasındaki yasal işbirliğine karşı bu tutumu sergileyen AB’nin, yaklaşık 2 bin olarak belirtilen Rus askeri şirketi Wagner’e ses çıkarmaması dikkat çekici. Yunanistan da, Rusya’yı hiçbir zaman hedef almamakta.

Ayrıca Hafter’e bağlı güçlere çok yoğun bir sevkiyat yapılıyor. Bu sevkiyat ağırlıklı olarak karadan gerçekleştiriliyor. BAE finansmanıyla, Mısır üzerinden gerçekleştirilen bu sevkiyatlara ses çıkarılmıyor. UMH’ye bağlı askeri birlikler, geçenlerde bu çerçevede yapılan bir sevkiyatı yapan araçları Grad füzeleriyle vurarak imha etti. Ayrıca UMH Barış Fırtınası isimli bir harekat başlattı. Harekatta Hafter milislerine ait 3 Su-22 savaş uçağı ile çok sayıda araç, ağır silahların yanı sıra tesislerin imha edildiği belirtilmekte.

***

Şunu da aktarmadan geçmemek gerekiyor: Rusya’nın İtalya’ya askeri araçlarla yaptığı tıbbi sevkiyatın Doğu Akdeniz boyutu olması. Emekli Deniz Albay Saner Sarı, şu değerlendirmeyi yapmakta:

“Rusya’nın Karadeniz donanması ile Türk Boğazları vasıtasıyla sıcak sulara inme gayretleri bir nebze olsa da Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile kısıtlanmakta. Söz konusu gayretlerini Atlantik üzerinden Cebelitarık Boğazı vasıtasıyla desteklediği göz önüne alındığında, Doğu Akdeniz’e geçişte lojistik ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir ileri üs kullanma zorunluluğu da yadsınamaz bir gerçek. Şimdilik, üniforma giymeyen ve asker oldukları doğrulanmayan özel güvenlik elemanları ile Libya’da Hafter güçleri ile çalışmalar ve özel anlaşmalar yaptıkları fısıldanıyor. Bu noktada Libya’nın deniz komşusu, İtalya Orta Akdeniz’de kullanabileceği en ideal ileri üs konumunda. Virüsle mücadelede yalnız bırakılan İtalya’nın yanında yer almanın da bu anlamda önem taşıdığını değerlendiriyorum.”

Tüm bu gelişmeler ışığında, Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Dr. Tümamiral Cihat Yaycı’nın çok önemli gayretleri ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile UMH Başkanlık Konseyi Başkanı Fayez Al Sarraj tarafından imzalanan, uluslararası bir boyuta taşınan ve başta Türk donanması olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, TSK’nın kararlılıkla desteklediği Türkiye-Libya MEB Anlaşması’nın bu mücadelede Türkiye’nin menfaatleri açısından ayrı bir yer tuttuğu kesin. Bu nedenle siyaset ayırt etmeden anlaşmanın arkasında durmak hepimizin görevi.

Koronavirüs sonrası dünyanın yeniden şekilleneceğinin konuşulduğu bir dönemde, ülkemizin Doğu Akdeniz’de kaybetmesi durumunda ödeyeceği bedelin, yaşanacak tahribatın çok büyük olacağı gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır.

Bir yanıt yazın