TV100’de son ‘Salı Konukları’ programımızda değerli uzmanlarımızla ufuk turu yaparken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın G-20 temasları çerçevesinde Osaka’da ABD Başkanı Donald Trump ile gündeme damga vuran S400 ve F-35 krizi merkezli görüşmesini masaya yatırdık.

Sonrasında da oradaki diğer görüşmelerini.

Ancak Cumhurbaşkanı’nın Japonya’nın ardından resmi ziyaret kapsamında bir gezisi daha vardı ki, onun detayları da gerçekten stratejik ve nefes kesiciydi. Çünkü ziyaret Çin’e gerçekleştirilmişti.

Salı gecesi tv100’de Türkiye’de Çin üzerine sayılı uzmanlardan olan İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kutay Karaca’nın verdiği bilgiler oldukça dikkat çekiciydi.

Bunun da ötesinde Çin’in bildiğimizden de ileri çok daha yakından izlenmesi gereken ve dünya dengelerini ileride çok değiştirebilecek farklı politika eksenlerini işlettiği gerçeğini gördük.

Sonrasında Prof. Karaca ile detaylı konuşup konunun tam uzmanından bunları size bizzat aktarmak istedim. İnanın ilgili iseniz bilmek gerekiyor. Meğer Çin işi nerelere taşımış.

Sözü uzatmayayım ve bu dev ülkenin stratejik planları ve nasıl dünyaya her kritik alanda yayıldığı ile ilgili gerçeklerle sizi başbaşa bırakayım. Kutay Karaca Hocamızın ağzından dinleyelim;

‘Bugün uluslararası kamuoyunda en fazla tartışılan ülke gündem güne giderek artan şekilde Çin Halk Cumhuriyeti olmaktadır.

İLK EVRE

Çin’in 1978 yılında Deng Şioping’in iktidarıyla ortaya konan büyük stratejisinin ilk evresi, planlı ekonomi modeliyle ekonomik güç olmayı amaçlamaktaydı. Bu planlamanın yarattığı ekonomik gelişimin Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle yakaladığı uluslararası boşluğu iyi değerlendirmesi ve 1990’ların ortalarından itibaren meyvesini vermeye başlaması tüm dikkatleri Çin’in üzerine yoğunlaştırdı. Fazlasıyla sorulan soru ise bu ekonomik gelişimin mevcut sisteme meydan okumaya dönüşüp, dönüşmeyeceği oldu. Uluslararası kamuoyu hala bu sorunun cevabını aramakta. Bu cevabı zorlaştıran ise diğer evrelerin kısa ve orta vadede ne kadar gerçekleştirilebileceğiyle ilgilidir.

2.HEDEF

Büyük stratejinin ikinci hedefi bölgesel kaynakların Çin’e akıtılması ve Tayvan’ın ana kıtaya katılması olurken, son evre tüm bu gelişmişliğin askeri anlamda güç olmak için kullanılarak bir süper güç olma yaratmadır. Kendisinden önceki hiçbir liderin vurgu yapmadığı süper güç olma hayaline Xi Xinping, son parti kongresinde, 100. yılında Çin halkının gurur duyacağı bir süper güç yaratacakları vurgusuyla son vermiştir.

Çin gerçekten 30 yıl içerisinde bir süper güç olarak karşımıza çıkabilecek midir? Süper güç olmak için büyük güçlerle sistem içerisinde nasıl bir çatışma ve/veya uzlaşı içerisinde olacaktır? Mevcut iç sorunları süper güç hayalini gerçekleştirmenin önünde engel mi olacaktır? Tüm bu sorular Xi’nin hedefinin ne kadar gerçekçi olacağını bize gösterecektir.

KORKUNÇ BÜYÜME

1990-2000 arasında ekonomik büyüme ortalama %9,38, 2001-2010 yılları arasında %9,57, 2011-2018 ise %7,58 olmuştur. Dolayısıyla 28 yıllık süreçte ortalama %8,84 büyüyen bir ekonomiden bahsediyoruz. Bu büyümenin yanında satın alma paritesine göre kişi başı düşen gayrisafi milli hasıla 1990 yılında 317 dolar iken 2018 yılında 9.700 dolarlara yükselmiştir. Çin dünyanın en fazla doğrudan yatırım çeken ülkesi durumundadır.

SIKINTILAR

Tüm bu olumlu rakamlara rağmen ekonominin yadsınamayacak sorunları vardır. Bunların başında ekonominin istikrarı için sanayide kullanılacak enerjide ithalata bağlılık gelmektedir. Çin, kullandığı enerjinin %70’inden fazlasını ithal etmektedir. Enerji yollarının (deniz) ABD donanmasının kontrolünde olması Çin için ayrı bir güvenlik sıkıntısı yaratmaktadır. Kaynak ülkelerle kurulan diplomatik ilişkilerin odak noktası enerji halini almıştır. Diğer sorun ekonominin doğrudan yatırımların etkisinde yürümesidir.

YATIRIM NEDEN GELİYOR?

Çin’in doğrudan yatırım çekmesinin iki temel nedeni vardır. Bunların ilki hammadde bulmanın kolaylığı, diğeri ise ucuz iş gücüdür. Bu iki etken de diğer ülkelerin Çin ile olan rekabetini zorlaştırmaktadır. Önemli diğer bir sorun ise bölgeler arası refah seviyesindeki büyük farklardır. Bu büyük farklar eğitim sağlık gibi devletin doğrudan üstlendiği yükümlülüklerde de görülmektedir. Refah seviyesindeki farklar bazı bölgelerin çok daha fazla göçle karşılaşmasına neden olmaktadır. Bunların yanında emeklilik, sigorta ve bankacılık sistemlerinin yeterince gelişmemesi yaşlanan nüfus üzerinde olumsuz etki yapmaktadır. Çin için ekonominin istikrarı, tarih boyunca en önemli sorun olmuş işsizlik ve kıtlığın önüne geçmek anlamı taşımaktadır.

Bu nedenle Çin, ekonomik anlamda bağımlılıklarını yok etmeden büyük rekabetlere girmekten kaçınacaktır.

ABD İLE SAVAŞ

Bugün yaşandığı iddia edilen ABD-Çin ekonomik savaşının Çin tarafından istenmeyen bir durum olduğu kesindir. İki ülke arasındaki ekonomik bağımlılık (ticaret hacmi, hazine bonosu, dolar rezervi vb.) neredeyse 7 trilyon dolarlık bir karşılıklı bağımlılık yaratmaktadır. ABD’nin Çin’e yönelik bu ekonomik tavrı tamamen kendi kurdukları ekonomik sistemde kendilerine meydan okuyacak bir gücün çıkmasını engelleme ya da geciktirme amaçlıdır. Trump’ın iktidarıyla başlayan Çin’e yönelik ekonomik yaptırımlar ABD’nin Çin’e olan ticaret açığını azaltmamıştır.

MARKA İTHALİ

Bir diğer sorun ise büyüyen ekonominin yeterince markalaşamamasıdır. Çin bu olumsuzluğun büyük markaları satın alarak gidermeye çalışmaktadır. IBM’in bilgisayar bölümünün alınarak Lenova yapılması, Volvo’nun satın alınması örneklerdendir. Bunun yanında Çin teknolojiye en çok yatırım yapan ülkelerin başında gelmektedir. Teknolojinin yanında yenilenebilir enerji, yapay zeka vb. konularda dünya liderliğine yükselmiştir. Bu yükseliş bugün yaşanan Huawei sorununun da temel nedenidir.

Çin bugün ABD ile olan rekabetinde ekonomik gücünü ön plana çıkartmayı hedeflemektedir.

KUŞAK YOL’A DİKKAT

Bu planın ana parçası ise Kuşak Yol Projesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünya Bankası rakamlarına göre, proje içerisindeki ülkeler, küresel Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’nın % 30’undan fazlasını, dünya nüfusunun % 62’sini ve bilinen enerji rezervlerinin % 75’ini oluşturmaktadırlar. Ancak Kuşak Yol Projesi’ni salt ekonomik proje olarak değerlendirmemek, Çin’in tabiri ile yalnızca bir kalkınma projesi olduğunu düşünmemek gerekir. Keza proje fazlasıyla kültürel ve dış politik unsurlar içermektedir.

DEHŞET RAKAMLAR

13. Beş Yıllık (2016-2020) planda kültür endüstrisinin 2020 yılına kadar ulusal ekonominin bir ayağı haline getirilmesi hedeflenmiştir. Kültür sektörü ve ilgili işletmelerin toplam geliri, 2018 yılında, bir önceki yıla göre %8,2 artarak 8,93 trilyon yuan (yaklaşık 1,33 trilyon $) seviyesine ulaşmıştır. Bunun yanı sıra British Council, Alliance Française ve Goethe-Institut benzeri Konfüçyüs Enstitülerini kurmuştur.

BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?

Dünyanın 154 ülkesinde 548 Konfüçyüs Enstitüsü ve 1070 Konfüçyüs sınıfı bulunmaktadır. Bu enstitülerin 249’u yani neredeyse yarıya yakını, sınıfların ise 341’i yani üçte biri Kuşak-Yol ülkelerindedir. Bu durum Çin’in, Kuşak-Yol boyunca, güzergâhtaki halklarla çok daha kolay iletişim kurmasının en temel yolu olacaktır.

O BÜTÇE NEREYE?

Tüm bunlar içinde diğer ülkelerden Çin’i farklı kılan önemli unsur son yıllarda eğitime ve bilim-teknolojiye ayırdığı bütçelerin yüksekliğidir. 2018 toplam bütçesi 3,3 trilyon dolardır. Bu bütçenin 49,2 milyar doları bilim-teknolojiye, 27 milyar doları ise eğitime (toplam 76,2) ayrılmıştır. Çin’in yakın çevresindeki Kuşak-Yol ülkelerinin hiçbirisi eğitime ve bilim-teknolojiye bu bütçeleri ayırabilecek durumda değildir. Nitekim Çin’in yakın çevresindeki Kuşak Yol ülkeleri Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, Moğolistan, Kazakistan ve Afganistan’ın 2018 yılı toplam bütçeleri 65,4 milyar dolardır. Bu ülkelerin bütçelerinin toplamı Çin’in eğitime ve bilim-teknolojiye ayırdığı bütçenin altındadır. Bunun yanında Çin’in eğitime ve bilim-teknolojiye ayırdığı bütçe İran, Myanmar, Singapur gibi ülkelerin bütçelerine denktir. Türkiye’nin toplam bütçesinin neredeyse yarısına eşittir. Bu noktada, bu ülkelerin yumuşak güç bağlamında Çin’e yönelik bir eğitim, bilim-teknoloji politikası geliştirmesi çok zordur. Dolayısıyla eğitim ve bilim-teknolojinin yumuşak gücün içerisinde uygulaması Çin adına tek taraflı bir hale gelecektir.
Kuşak Yol içerisindeki projeler benzeri görülmemiş düzeyde bir yatırım finansmanı gerektirmektedir.

İNANILMAZ YATIRIM TAKTİĞİ

Bu finansman incelendiğinde Çin Kalkınma Bankasının, 60 ülkede 890 milyar doların üzerinde değere sahip 900’den fazla projeye finans sağladığı görülmektedir. Çin Merkez Bankası 2016 ve 2018 yılları arasında 100 milyar dolar civarında borç vermiştir. Çin Sanayi ve Ticaret Bankası (ICBC) 159 milyar dolar değerinde yaklaşık 130 projeyi onaylamak için incelemeye almıştır. Bu rakamlar 2. Dünya Savaşı sonrasında 16 Avrupa ülkesini kapsayan Marshall Planının çağdaş eşdeğer maliyeti olan 150 milyar dolar ile karşılaştırıldığında, Kuşak-Yol’un kapsamı çok daha belirgin hale gelmektedir. Bu noktada temel soru Çin’in bu yatırımların geri dönüşümünü nasıl sağlayacağıdır. ABD I. Dünya Savaşı’ndan itibaren Avrupa’ya yaptığı yardımların karşılığını, Avrupa’yı ekonomik, siyasi ve askeri anlamda kendi sözünü dinletir hale getirerek kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirerek almıştır. Marshall Planı’ından çok daha büyük bir ekonomik yükün altına girmiş olan Çin’in gelecekte birçok Kuşak Yol ülkesi için siyasi ve askeri bir baskı kurabileceği görülmektedir.

HACİZ TAKTİĞİ

Keza bu tip hamleler şimdilik yatırımların karşılığını ve aldığı borçları ödeyemeyen ülkelerde liman, serbest bölge vb.’lerinin Çin’e uzun süreler içinde verilmesiyle sonuçlanmıştır. Yine bu ülkelerdeki Çin kaynaklı yatırımlarda o ülkelerin vatandaşlarına yeterince iş imkanı yaratılmamasının yanında bu yatırımlarda Çin’li uzman ve işçilerin istihdamı da ayrı bir sorun olarak görülmektedir. Bu durumun Çin için yurtdışında Çinli istihdamı anlamına geldiği ve ülke içerisinde işsizlik sorununu hafifletebileceği de söylenebilir.

Diğer yandan ABD ve AB’nin demokrasi, insan hakları ve refah seviyesi yönünden cazibe merkezi olmasına benzer bir çekiciliğin, Çin için ancak uzun vadede ortaya çıkabileceği unutulmamalıdır.

ASIL AMAÇ

Dolayısıyla Kuşak Yol Projesi, fazlasıyla Çin’in kendi ekonomik ve kültürel alanını genişletme anlamı taşımaktadır.

Türk-Çin ilişkileri ise son yıllarda siyasi açıdan büyük gelişim göstermiştir. Son üç yılda iki ülke liderleri 6 kez görüşmüşler, karşılıklı ziyaretler zirve yapmıştır. Ancak aynı durum ekonomik ilişkilere yansımamaktadır.

DENGE ALEYHİMİZE

Ticaret dengesizliği Türkiye adına 23 milyar dolarlık bir açık vermektedir. İki ülkenin üretimlerine baktığımızda ikame malların fazlalığı dikkat çekmektedir. Dolayısıyla ekonomik açıdan baktığımızda iki ülke arasındaki ticaret dengesizliği kapanacak gibi durmamaktadır. Bu dengesizlik Çin’in yapacağı yatırımlarla biraz olsun dengelenebilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken şey bu yatırımların boyutunun ödeme dengesizliği yaratmamasıdır. Keza böyle bir durum Yunanistan’ın Pire limanı örneği olaylarla karşılaşılmasına neden olabilir.

UYGUR SORUNU VE İNSAN HAKLARI

İki ülke arasındaki siyasi ilişkilerin aksine halkların birbirlerine yönelik algısı Uygur sorunu nedeniyle fazlasıyla olumsuzdur. Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerinde yaşanan olumsuz kırılma Türkiye’yi özellikle ekonomik anlamda Çin’e daha fazla yaklaşmak zorunda bırakmaktadır. Bu durum bugün Çin tarafından izlenen anti-demokratik ve insanca olmayan politikalara Türkiye’nin ses çıkarmasını önlemektedir. Unutulmaması gereken siyasi ve ekonomik ilişkilerin halklar arasındaki ilişkiler geliştirilmeden fazla mesafe alamayacağıdır. Çin önümüzdeki dönemde dünya dengelerini değiştirecek en belirleyici aktörlerin tepesinde yer alacaktır.

Bir yanıt yazın