“Libya’da ne işimiz var?”

“Doğu Akdeniz’de ne işimiz var?”

“Suriye’de ne işimiz var?”

“Irak’ta ne işimiz var?”

Bu sorular, bir kesim tarafından ısrarla gündemde tutuluyor. Ambalajı da çok güzel:

“Benim Mehmedim, Libya’da, Suriye’de neden şehit oluyor?”

Sanırsın Mehmetçikleri düşünüyorlar.

***

Hadi filmi geri sarıp 10-15 yıl öncesine gidelim.

PKK, DEAŞ Irak’ta, Suriye’de cirit atıyordu. Çünkü o bölgelerde kurtarılmış bölgeler oluşturmuşlar, o ülke topraklarını işgal etmişlerdi. Bu işgali, DEAŞ dolaylı, PKK/PYD doğrudan ABD desteğiyle gerçekleştirmişti.

Sürekli sınırlarımızdan geçiş yapıyor ve saldırıp güvenlik güçlerimizi şehit ediyor, vatandaşlarımızı katlediyorlardı. Gün aşırı saldırı haberleriyle uyanıyorduk. Irak’ın işgalinden sonraki süreci hatırlayın. 1999 yılında ilan ettiği sözde ateşkesi 2004 yılında bitiren terör örgütü PKK saldırılarını yoğunlaştırmıştı. Başta Dağlıca ve Aktütün saldırıları olmak üzere çok sayıda terör eylemi gerçekleştirmiş, askerlerimizi, polislerimizi, korucularımızı şehit etmiş, vatandaşlarımızı katletmişti. 2009 ile başlayan ve 24 Temmuz 2015 tarihine kadar süren “açılım, kardeşlik projesi, çözüm süreci” dönemlerinde de bu saldırılar kesilmemiş, artmıştı. Hatta Türkiye’deki şehir merkezlerinde, mahallelerde kurtarılmış bölgeler oluşturmaya başlamıştı. Örgüt kırsalda yetiştirdiği militanlarını şehir merkezlerine yollamış ve bunlar karşımıza YDG-H olarak çıkmıştı.

Aynı dönemde DEAŞ denilen örgüt de Türkiye içindeki eylemlerini artırmış, kanlı saldırılarla kitlesel katliamlar gerçekleştirmiş ve adeta insanları sokağa çıkarken korkar hale getirmişti. Zaten bu örgütlerin ve arkasındaki güçlerin beslendikleri duygu buydu: Korku. Toplu taşıma araçlarına binerken nasıl tedirgin olduğumuzu hatırlayın. Metroya binerken sağı solu kontrol ettiğinizi… Paranoya haline gelmiş bir “canlı bomba” gerilimiyle yaşar hale gelmiştik.

24 Temmuz 2015 tarihinde PKK ve DEAŞ’a karşı başlayan operasyonlar, özellikle şehir merkezlerindeki PKK militanlarını kazdıkları hendeklere gömdü. Çok ağır bedel ödedik ama yurdumuzun tek karış toprağını o teröristlere ve teröristlerin siyasi uzantılarına bırakmadık.

DEAŞ’a karşı operasyonlar ise 15 Temmuz işgal girişimi püskürtüldükten sonra hızlandı. 24 Ağustos 2016 tarihinde başlayan Fırat Kalkanı Harekatı ile sınırımızın hemen öte tarafında bulunan ve yaptıkları saldırılar ile sınır bölgelerimizde yaşayan çok sayıda insanımızı katleden DEAŞ militanları, bölgeden sökülüp atıldı. Bu harekat sonrasında DEAŞ’ın ülkemiz içinde önce eylem kabiliyeti azaltıldı ardından da neredeyse sıfırlandı.

Zeytin Dalı Harekatı ile de PKK/PYD terör örgütünün Amanoslar üzerinden Hatay’a sızıp eylem yapmasının önüne geçildi. Oysa harekat öncesinde bu sızmalar nedeniyle çok sayıda şehit vermiştik. Şimdi ise bölgede PKK terörünün esamesi okunmuyor. Bir bilgi aktaralım: PKK/PYD terör örgütü, Afrin’i kaybettikten sonra çok büyük kırılma da yaşadı. Çünkü Afrin onlar için kaleydi ve Türkiye için Vietnam olacaktı. Örgüt tabanı bu propagandaya inandırılmıştı. Ama yaklaşık 2 ayda (o da sivillerin zarar görmemesi ve hava şartlarının kötülüğü nedeniyle harekatın yavaş ilerlemesi neticesinde), harekat başarıyla sonuçlandırıldı. Bu harekat sonrası örgütte çok büyük çözülme yaşandı. Halen toparlanabilmiş değiller. Bunu son dönemde giderek artan sayıda teslim olan teröristlerin ifadelerinde görebiliyoruz.

Barış Pınarı Harekatı’yla da Fırat’ın doğusundaki sınırlarımız güvenceye alındı. Elbette hala sıkıntılar var ama Mehmetçik bu sıkıntıları sıfırlamak için canını ortaya koymuş, sınırımızın ötesinde vatan mücadelesi yürütüyor.

***

Gelelim Irak’a…

Pençe Harekatlarıyla Irak’ın kuzeyindeki terör yuvaları yerle bir edildi, Mehmetçik bölgeye yerleşti ve örgüt şimdi hareket edemez durumda. Buradan sızma yapıp eylem yapma kabiliyeti neredeyse sıfıra yakın hale getirildi. Yani hem yurt içinde görev yapan güvenlik güçlerimizin hem de vatandaşlarımızın güvenliği sağlandı.

Yine Irak ve Suriye’de, TSK ve MİT’in başarıyla gerçekleştirdiği koordineli nokta operasyonlar ile örgütün üst düzey isimleri tek tek avlanıyor. Yani bırakın militanları, örgüt ele başları bile kafayı kaldıramayacak haldeler.

Temizlik, yurtiçinde yapılan operasyonlar ile de sürdü ve sürmeye de devam ediyor.

***

Peki Libya’de neden varız?

Yıllardır Türkiye Doğu Akdeniz üzerinden sıkıştırılıyor. Kıbrıs Türklerine yönelik baskılar da bu gerçekle bağlantılı. Son dönemlerde ağırlığını buraya veren Türkiye, Akdeniz’in güvenliğini Libya’dan sağlamaya başladı ve üzerindeki kuşatmayı yardı. Deniz sınırı anlaşması da bu nedenle Batı’da büyük gürültü kopardı.

Evet, büyük sıkıntılar var, reddetmiyorum. Ama bu mücadele başarıyla sonuçlanırsa, hem güvenlik hem de ekonomik anlamda Türkiye çok büyük kazanç elde edecek. Ayrıca bölgedeki kardeş halklarla kopan bağlar yeniden tesis edilecek. Bu da güvenliğimizin teminatı olacak.

***

Özetle Türkiye, sınırının öte tarafında vatanı savunma konseptini uygulamaya çalışıyor, bu sayede de yurt içinde güvenlik anlamında artık daha rahat hareket ediyoruz. Anlamaya çalıştığım şu: Birileri o terör saldırılarını mı özledi? Yeni Aktütünler, Dağlıcalar olmasını mı istiyor? Askerlerimizin ve vatandaşlarımızın güvenliği cidden umurlarında mı?

Son not: Yazımın girişinde sorduğum soruların sahipleri, emin olun bu bölgelerde gardımız düşerse, bundan sonraki aşamada şunları söyleyecektir:

 “Kıbrıs’ta ne işimiz var?”

“Hatay’ı Suriye’ye bırakalım.”

“Güneydoğu, Kuzey Kürdistan’dır.”

“Ege’de ve Akdeniz’de Yunanistan ve Rumlar haklıdır.”

“Ermeni taleplerini kabul edelim.”

Bir yanıt yazın