Hazır evdeyim, bende kütüphaneme daldım ve okumadığım kitapları okumaya çalışıyorum. Bu çerçevede birkaç gündür Kopernik Kitap’tan çıkan “Devrim Arabaları” kitabını elimden düşüremedim. Süleyman Aşık’ın doktora tezi olan ve daha sonra genişleterek kitaba çevirdiği çalışma aslında yaklaşık 100 yıllık siyasi serüvenimizi ve maalesef o dönemden itibaren çok etkili olan bir lobinin tarihçesini yansıtıyor gibi. Bu lobinin adı “Biz başaramayız/yapamayız” lobisi.

Bir grup inanmış insanın mücadelesini, bu ülkeye neler katmaya çalıştıklarını, dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in desteğine rağmen karşılarındaki “Başaramayız” lobisinin etkili çalışmaları sonucu emeklerinin boşa gitmesini anlatan bir kitap.

Hepinizin bildiği, Devrim Arabaları yapıldı, benzini bitti, bu yüzden çalışma durdu. Ama kazın ayağı öyle değil. Bir lobi başından itibaren sürekli olarak “başaramayız, biz otomobil üretemeyiz” propagandası yapmış. Örneğin Makine Mühendisleri Odası’nın yerli otomobil için düzenlediği üç günlük kongrenin raporunu Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e sunan heyetin başkanı Şükrü Er, yaşadıkları sıkıntıları Gürsel’e şu şekilde aktarmış:

“Kongre kararları iyi oldu fakat otomobil yapamayacağız. Zira memleketi yönetenler, yetkililer, sorumlular bu işe inanmıyorlar ve karşıdırlar. Sanayi Bakanlığı’ndaki görevliler bile memleketin kalkınmasında şeftali yetiştirmeyi daha cazip ve uygun buluyorlar. İthalatçılar telaş içinde, yılda bir milyar liralık satış mevzubahis. Propaganda için her türlü masrafı göze alıyorlar. Belli başlı gazeteler ithalatçıların organı halinde ve konuya karşı amansız savaş açtılar. Bu hava ve şartlar altında otomobil yapılmaz. İnanan insanlar yetki ve sorumluluğu devralmalıdır.”

Şükrü Er’in aktardığı gibi dönemin hükümet yetkilileri bile Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in açık desteğine rağmen, yerli otomobil konusunda olumsuz bir yaklaşım sergilemektedir. Ayrıca, yabancı otomobil devleri ile anlaşmalı yapılar da alttan alta projeyi baltalama peşindedir. Karşı propagandayı da, kontrol ettikleri medya organları üzerinden yapmaktadır. Şükrü Er’in feryadı bunu yansıtmaktadır.

Ancak Cemal Aga lakaplı Gürsel’in Şükrü Er ve Necmettin Erbakan’ın bulunduğu heyete sözleri çok nettir: “Yapacağız arkadaşlar.”

Buna rağmen “başaramayız, yapamayız” lobisinin sesi yüksek çıkmaktaydı. Örneğin Çetin Altan, 31 Mart 1961 tarihli yazısında Türk milletini, Türk insanının çalışkanlığını, üretkenliğini şu ifadelerle adeta aşağılamaya çalışmış, günümüzdeki “Ama motoru yabancı” cümlelerinin bir benzerini kurmuştu: “Rivayetlere göre, biz de Türkiye’de otomobil yapabilirmişiz.  Zaten otomobil yapmak öyle zor bir iş değildir. Alt tarafı dört tekerlek ve dört zamanlı motor prensibine dayanıyor. Otomobil yapmanın güçlüğü aslında farlarının camını yapmaktadır: öyle kavisli, bombeli, kristal camın yerlisi pek yok. Bir de belki dış lastiklerini yapamayız. Kapısının tokmağını, vites kolunun topuzunu ve silecek takımlarını da pek yapamıyoruz ama, yapılıp gönderilmiş olanları, gayet iyi yerine takabiliyoruz.”

Altan, bu şekilde ifadeler kullanmaya devam etmiş:

“Biz vaktiyle uçak da yapmaya kalkmıştık. Ankara’da bir uçak fabrikası açmıştık. Bu bakımdan otomobili haydi haydi yaparız. Yalnız bizim uçak fabrikası nedense amacını sonradan şaşırdı, pervane, kanat, motor yerine; koltuk, kanepe, iskemle, masa yapmaya başladı… Doğrusu fevkalade iyi iş çıkardı.

“Gerçekten de otomobil yapmalıyız. Gazozda henüz İtalya ayarında değiliz ama musluk ve toplu iğne imalatında epey başarı gösterdik. El arabasıyla, at arabasını da kusursuz şekilde yapıyoruz. Otomobil bunun bir adım ötesi.”

Altan’ın yazısına benzer şekilde hem de Burhan Felek, Çetin Emeç gibi dönemin önemli gazetecileri tarafından yazılan yazılar mevcut.

Ancak, inanç galip gelmiş, 1961 yılının Haziran ayında çalışmalarına başlanan yerli otomobil Devrim, 4 ay gibi kısa bir sürede yetiştirilmiş. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı törenleri çerçevesinde bindiği siyah Devrim otomobilinin benzini bitmiş (ki farklı iddialar da var), o da siyahtan inmiş ve hemen yetişen Bej renkli Devrim otomobiline binerek yola devam etmiş. Siyah renkli yerli otomobile de benzin konulduktan sonra yola devam edilmiş. Yani sorun hemen çözülmüş.

Bir gün sonra basında benzin hadisesi çok fazla gündeme gelmemiş. Hatta Cemal Gürsel’in dönemin Ulaştırma Bakanı Orhan Mersinli’ye “seri üretime geçilmesi için ne gerekiyorsa yapılması” talimatı verdiği bile belirtiliyor.

Peki ne oldu da Devrim otomobillerinin seri üretimine bir türlü başlanamadı? Bunun nedenini, projenin mühendislerinden Kemalettin Vardar’ın çarpıcı bir anısı göstermekte. Vardar, 1962 yılında kurulan ve üyesi olduğu “Otomobil Endüstrisi Etüt ve Organizasyon Kurulu” adlı komisyonun bir toplantısında, şahit olduğu bir olayı aktarmakta. Kemalettin Vardar, komisyonun bir toplantısı sırasında üç İsraillinin toplantıya katıldığını, yanlarında getirdikleri proje ile “Koca preslerle, milyon dolarlık fabrikalarla uğraşmanıza gerek yok. Siz hiç otomotiv sanayiine girmeyin bizden daha ucuza alın” demeye getirdiklerini aktarmaktadır. Gelenler İsrail’in SABRA firması yetkilileridir. SABRA hangi firma mı? Tamamını da benim yazmamı beklemeyin, kitapta detaylarını okuyun.

Cemal Gürsel’in yıllar sonra “Devrim Arabaları” kendisine hatırlatılınca iç çekerek şu ifadeleri kullandığını da hatırlatmakta fayda var: “Bu memlekette otomobil endüstrisi kurulur ve bugün sonuç alınmış olurdu. Ama istemediler.”

Siz siz olun memleket meselelerinde ve hayatınızda “başaramayız, yapamayız” diyenlere inanmayın. Onlar, sizi kendi kirli çukurlarına, bataklıklarına çekmeye çalışırlar. Oysa mesele, bugünlerde “Koronavirüs” ile özdeşleştirilerek esprileri yapılan Gabriel Garcia Marquez’in yıllar önce okuduğum unutulmaz “Kolera Günlerinde Aşk” romanındaki aklımın köşesine not ettiğim o sözdeki gibidir: “Kim olursa olsun, herkes kendi ölümünün sahibidir; o an gelip çattığında yapabileceğimiz tek şey, insanların korkusuz ve acısız ölmelerini sağlamaktır”.

Siz “yapamayız, başaramayız” düşüncesinin o karanlık çukurdaki ölümüne yardımcı olun, Türk olun, inanın ve doğru bildiğiniz yolda yürüyün.

Muhtaç olduğunuz kudret, damarlarınızdaki asil kanda zaten mevcuttur.

***

ARINMA

Uzun süredir görüşemediğim ama hala çok değer verdiğim bir ağabeyimin yıllar önce söylediği şu sözler aklımdan çıkmaz: “Sürekli mücadele insanın beynini, yüreğini, vücudunu, kaslarını yorar. Arada bir kenara çekilip hayatı izlemen, yüklerinden arınman gerekir. Bunu yapmazsan yorulursun ve eninde sonunda düşersin.”

Bu tavsiyeye yıllarca uydum. Hala da uymaya çalışırım.

Koronavirüs (Covid-19) ülkemiz sınırları içinde görüldüğünden bu yana tedbir amaçlı olarak, büyük çoğunluğumuzun yaptığı gibi acil işim olmadığı sürece evden ayrılmamaya, evde kalmaya çalışıyorum. Arada bir çıkıp sokakları, alışveriş yapılan bölgeleri kontrol etme merakım çerçevesinde belli merkezlerde yaptığım turlamaları saymazsak tabii. Elbette elimden gelen tedbiri alarak.

Bu mecburi dinlenme dönemimde elbette en çok yaptığım şey, kitap okumak, film izlemek ve yapabildiğim kadar çalışmak. Bir de düşünmek… İlk kez yaşadığımız bu mecburi istirahat dönemimde işte o uyarıdaki gibi hayatımızı, yaptıklarımızı, çevremizi, ülkemizi, dünyamızı düşünme, anlama, gözden geçirme imkanı da buldum. Hayatın, bazen omzunuza hak etmediğiniz yükler yüklediğini, bu yüklerin de ne kadar çok yorucu olduğunu fark ettim. Dinlenmek, o yüklerden arınmak iyi geldi. Belki de bu musibetin hayatıma kattığı tek hediye bu oldu. Hepinize tavsiye ediyorum. Siz de yapın. Göreceksiniz, hayatınızda çok şey değişecek.

Bir yanıt yazın