Yer: ABD’nin Ankara Büyükelçiliği

Dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Robert Pearson, Washington’a “GİZLİ” ibareli kriptolu bir rapor gönderir. Rapor, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesi ile ilgilidir. Tarih önemlidir. TBMM’de reddedilen 1 Mart tezkeresinden yaklaşık 1,5 ay sonra kaleme alınmıştır.

Pearson, raporda kendilerine bilgi veren kaynaklardan söz etmektedir:

“(1) Eski MGK personeli ve daha önce askerî istihbarattaki kariyeri esnasında, Türk Genelkurmayı’nın şimdiki üst rütbeli generalleriyle önemli ölçüde zaman geçiren XXX; (2) XXX’in Başkan Yardımcısı XXX; (3) XXX ’in (İslamî yönelimli ama müesses nizamla bağlantılı) XXX grubunun yöneticileri; (4-7) XXX muhabiri XXX, XXX yazarı XXX, XXX yazarı XXX ve Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Gül dahil üst düzey Türk hükümeti yetkililerine mükemmel erişimi olan XXX; (8) büyük bir medya grubunun sahibi ve CEO’su; (9) Önde gelen bir ‘müesses nizam’cı STK olan XXX’in yöneticisi XXX ve (10) Parlamenter Kürt ve İslamcı çevrelere mükemmel erişimi olan eski bir parlamento üyesi.”

 “Türk Genelkurmayı: Dik Kafalı ve Kasvetli bir Siyasi Koalisyon…” başlığını taşıyan raporda çok dikkat çekici ifadeler vardır. Öne çıkan ise, o tarihte TSK’nın komuta kademesinin üç parça halinde bölündüğü yönündeki ifadelerdir. Pearson ilgili bölümü aynen şu şekilde yazmıştır:

“Türk Genelkurmayı’nın kendi içinde görüş birliğine sahip olduğu yönündeki bu iddiasına karşın, bizim irtibatta olduğumuz kişilere göre, şu anda birbirine rakip üç ana grup var.

Birincisi, Türkiye’nin stratejik çıkarının, ABD ve NATO ile sıkı bağları sürdürmekte olduğunu, coşkulu biçimde olsa da olmasa da, kabul eden ‘Atlantikçiler.’

İkincisi, ABD ile bağları sürdürme ihtiyacına öfkelenen, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan, hiç kimseye güvenmemeyi (Irak topraklarında kurulacak bağımsız bir Kürt Devleti’ni destekleme niyetinden emin oldukları ABD de buna dahil) yeğleyen ve Kemalist devletin tavizsiz biçimde korunmasında ısrar eden katı ‘Milliyetçiler.’

Üçüncüsü de, ‘Avrasya’ konseptinin, Rusya’nın hâkimiyetindeki tabiatını kavramaksızın, uzun zamandır ABD’ye bir alternatif arayan ve Rusya’yla ya da Rusya ile İran’ı veya Rusya ile Çin’i içine alan iyi tanımlanmamış bir gruplaşma ile daha yakın ilişkiler kurmayı düşünen ‘Avrasyacılar.’”

Pearson’un raporunda, “Atlantikçi” olarak tanımlanan komutanlar yakın bulunup “Milliyetçi” ve “Avrasyacı” generaller çok sert bir dille eleştirilirken, ısrarla bir komutana, pasif davrandığına dikkat çekilmekle beraber övgüler dizilmiştir. Bu komutanın adı dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’tür: “Genelkurmay Başkanı General Hilmi Özkök, yakın geçmişteki seleflerinin hepsinden daha demokrat eğilimli ve daha Atlantikçi.”

Pearson’un raporun sonunda, kaynaklarıyla konuşmasından çıkardığı sonucu yazmış. Amerikalı elçinin yazdıkları adeta sonrasında yaşayacağımız kumpaslar ve 15 Temmuz sürecinin işaretlerini taşır nitelikte:

“Özkök’ün ABD ile yeniden sağlam bir işbirliği inşa etmek için, Türk Genelkurmayı’ndaki muhaliflerinin emekli olmasını bekleyerek fırsat kolladığı yönünde bazı ipuçlarına sahibiz. Ancak, Türkiye’de sıkça olan şey, dışarıdaki olaylar kendi hızlı tempolarında sürüp giderken, doğru zamanı bekleyerek fırsat kollamanın kendi içinde bir amaca dönüşmesidir. Bu nedenle, irtibatta olduğumuz kişiler, Türk Devlet sistemi üzerindeki mevcut askerî hâkimiyette köklü değişiklikler olması kadar, ABD-Türk ilişkisinin yeniden dinamizm kazanmasının da, hem katı muhafazakârların istifasını hem de özellikle modern, ileri görüşlü yeni bir subay kadrosunun yetişmesini gerektireceğini tahmin ediyorlar.”

Bütün bunları değerli dostum Aytunç Erkin’in son kitabı “Dayının Casusları” kitabını okurken ve NATO’cuların ve FETÖ’cülerin yeniden hareketlendiğini gördüğüm zaman hatırladım. Geçmişi unutmayalım ki geleceğimizi boğdurmayalım.

Bir yanıt yazın