Başlığa bakıp iki ülke ilişkilerinin tamamen sonlandığı anlaşılmasın. Yazdıklarımı okuduğunuzda ne demek istediğimi anlayacaksınız. 

Öncelikle şunu vurgulayalım ki, İdlib’teki mesele önemsiz değil. Bölge, Suriye’de nihai çözüm önünde PYD/YPG terör örgütünün işgali altındaki bölgelerle beraber iki engelden biri. Olayın siyasi, askeri ve belki de en önemlisi ciddi bir insani boyutu var. Bu notu düştükten sonra son günlerdeki gelişmelere gelelim. 

Türkiye ile ABD arasında 5-7 Ağustos’ta askeri heyetler arasında varılan mutabakat, iki ülke ilişkilerinin eskisi gibi olmasını isteyenlerin yüzlerini güldürmüştü. Aynı dönemde İdlib merkezli, özellikle de TSK’nın 9 numaralı gözlem noktasına etrafında yaşanan gelişmeler, Türk-Rus ilişkilerinde gerilim olasılığını artırmıştı. 

Elbette uluslararası ilişkilerde, hiçbir olay, gelişme tesadüfi değil. Özellikle Suriye gibi birçok kuvvetin/aktörün bulunduğu coğrafyalarda. Bu aktörler Suriye’de dönem dönem ortak hareket ederken, dönem dönem de karşı karşıya gelebiliyor. Bu inkar edilemeyecek bir gerçek. Ancak bir kesim İdlib merkezli gelişmeler çerçevesinde Türkiye ile Rusya işbirliğinin zayıflamasını, hatta son bulmasını umdu.

Öncelikle şunu net bir şekilde ortaya koyayım: Rusya’nın Şam yönetimine İdlib operasyonu çerçevesinde yoğun destek vermesinin, ABD ile varılan mutabakattan bağımsız olduğunu düşünenlerden değilim. Ancak bir eksikle. İdlib’teki hareketlilik, ABD ile varılan mutabakatın tarihinden sonra başlamadı. Bölgede Mayıs ayı başından itibaren gelişen bir hareketlilik söz konusu. Hatta bu hareketlilik, Türkiye ile Rusya arasında S-400 sevkiyat sürecinde bile vardı. Hatırlayın, 27 Haziran’da TSK’nın 10 Numaralı Gözlem Noktasına Şam güçlerinin yaptığı saldırıda bir askerimiz şehit olmuştu. Milli Savunma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada “saldırının gerçekleştirildiği rejim mevzileri bölgede bulunan ateş destek vasıtalarımız ile ateş altına alınmıştır” denilmişti. Buna rağmen Türkiye ile Rusya arasında bir gerilim yaşanmadı. Daha doğru ifadeyle gerilim, iki ülke yetkililerinin temaslarıyla tırmanmadan düşürüldü. Bu saldırıdan 15 gün sonra da, tarihler 12 Temmuz’u gösterirken S-400’lerle ilgili ilk sevkiyat başladı. 

Yani benzer bir süreç o tarihte de vardı. Peki şimdiki gerilim neden bu kadar köpürtüldü? Gördüğümüz şu: Washington yönetimi, mutabakat ile estirilmeye çalışılan rüzgarlara dayanarak, Türk-Rus ilişkilerini sarsmak istedi. Hazır zemin de uygunken, deyim yerindeyse tüm silahlarını sahaya sürdü. Fırat’ın doğusu kaynaklı terör saldırılarına tek söz etmeyen Amerikalı yetkililer, İdlib’te TSK’yı hedef alan saldırıyı kınadılar. Batı merkezli yayın organlarının haberleri ve bu merkezlerin Türkiye’deki müttefikleri, Suriye’de dengeleri lehimize çeviren Rusya ile ilişkimizi hedef aldılar. Hatta o kadar ileri gidildi ki, Büyükelçiler Konferansı’nda “Asya açılımı başlatıyoruz” diye konuşan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na bile okları çevirdiler. Ancak görünen o ki, bu politikalarında başarılı olamadılar.

Başarılı olamamalarındaki önemli ayrıntı şudur: Nasıl ki Putin, 15 Temmuz’da ve Büyükelçi suikastında inisiyatif alarak Türkiye’nin yanında olduğunu söyleyen çıkışlar yaptıysa, bu defa da Cumhurbaşkanı Erdoğan benzer bir inisiyatif aldı. Önce 23 Ağustos Cuma günü Putin’i arayarak İdlib başta olmak üzere bölgesel konularda Türkiye’nin politikası anlattı. Ardından da Moskova’ya gitme kararı verdi ve dün Moskova’ya günübirlik bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu hamle, özelde Türk-Rus, genelde de Astana birlikteliğini hedef alan mihraklara karşı en net yanıt oldu. 

Ziyaret öncesi gerçekleşen önemli bir ayrıntıyı da aktarmakta fayda var. Birincisi, ziyaretten bir gün önce ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Müsteşarı Ellen Lord, ABD’nin askeri alım ve tedarik süreçleri konusunda düzenlediği basın toplantısında, Türkiye’nin F-35 programından çıkarılmasının “geri dönüşü olup olmadığı” ile ilgili bir soruya “Türkiye bir müttefiktir. Bizim için stratejik bir ortaktır. Dolayısıyla her zaman konuşmaya devam ediyoruz” yanıtını verdi. 

Lord, mülkiyeti Türkiye’ye ait uçakların halen Luke Hava Üssü’nde olduklarını ve akıbetleriyle ilgili “çeşitli yol haritaları üzerinde” çalışmaya devam ettiklerini aktardı.

Aynı gün Kremlin’den de bir mesaj geldi. Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov, Erdoğan’ın Moskova programı açıklandı. Peskov, Putin ve Erdoğan’ın MAKS-2019 Fuarı’nda Su-35’leri görme imkanı elde edeceğini söyledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaretinde, F-35 konusunda her türlü meşruiyetten uzak yaklaşım sergileyen Washington’a çok ciddi bir mesaj niteliği taşıyacağı anlaşılmıştı. Ancak bir sürpriz oldu ve Erdoğan fuar ziyaretinde sadece SU-35’leri değil, Rusların F-35’lerin muadili olan beşinci nesil savaş uçağı Su-57’yi de inceledi. Hatta Erdoğan, Putin’e “Biz bundan mı alacağız” diye sorunca Putin’de gülerek “isterseniz alabilirsiniz” yanıtını verdi. 

İki lider tarafından gerçekleştirilen basın toplantısında da siyasi, askeri işbirliği mesajları çok netti. Örneğin Putin, “Türkiye-Suriye sınırında güvenli bölge kurulması, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması bakımından iyi olur” diyerek Türkiye’nin planına destek verdi. Hatta bu cümlenin hemen sonrasındaki “çabalarımızı birleştireceğiz” açıklaması da, ortak harekete işaret eden bir ifadeydi. Yine Putin’in “Bu bağlamda Erdoğan’la İdlib’deki terör yuvalarının etkisiz hale getirilmesi ve bölgedeki ve sonrasında Suriye’deki durumun normalleşmesi için ek önlemler alınmasını kararlaştırdık” sözleri de İdlib’te de ortak hareketin kararlaştırıldığını gösteriyor. Özetle, bu açıklamalar ve ziyaretin kapsamı gözönüne alındığında Türkiye ile Rusya arasında bölgeyi ciddi bir şekilde etkileyecek jeopolitik bir işbirliği doğduğunu söylemek mümkün. 

Ziyaretin gerçekleştiği gün, S-400’lerin ikinci parti sevkiyatının başladığının duyurulması da, aynen dönemin ABD Başkan Yardımcısının geldiği gün Fırat Kalkanı harekatının başlatılması gibi, yine Washington’a yönelik bir mesaj olarak not edilmiştir. Malumunuz üzere, ABD’liler not etmeyi çok severler.

Özetle Washington, bundan 10 yıl önce, 30 yıl önce etkili olabilecek adımlar atsa bile artık bu adımlar Türkiye’de karşılık bulmuyor. ABD, Türkiye’yi kaybetmiş görünüyor. Ziyaretten saatler sonra ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu’ndan Donald Trump’a yapılan “Türkiye’ye yaptırım uygulansın” çağrısı da Washington’un bu gerçeği bir kez daha gördüğünün ispatı niteliğinde.

Bu yazdıklarım elbette fotoğrafın olumlu görünen tarafı. Bu yolun elbette engebeleri, riskleri olacaktır. Bu riskleri ve Türk-Amerikan ile Türk-Rus ilişkilerinin geleceğini de sonraki yazılarıma bırakalım.

Bir yanıt yazın