Çok şükür ki S-400 meselesinde bizi ortadan ikiye bölmeyi başaramadılar. Büyük çoğunluk S-400 almamızın bir zorunluluk olduğunu düşünüyor. Ben de kendimi bu kesimin içinde görüyorum. Bu çoğunluğun içinde hükümete eleştiriler getirmesine rağmen “Keşke başarabilseler, alsalar” diyen azımsanmayacak bir grup var. Bu samimiyetlerini gösteriyor. Küçük de olsa bir kesim ise S-400’leri alamayacağımızı savunuyor.
Bunları tasnif edersek;
– “S-400 alırsak Türk-Amerikan ilişkileri bozulur, bu ekonomiye de yansır” diyenler,
– “Daha iyi silah sistemleri var” diyenler (ki önümüzdeki seçenekler içinde en iyisi S-400),
– “S-400 almayı isteriz ama bu hükümet almaz, alamaz” diyenler.
Özellikle en son aktardığım propagandayla hayatımızda, sosyal medyada, medyada çok kez karşı karşıya kalıyoruz. Kimisi “Bakın benim dediğim çıktı” demek için bunu yaparken, kimisi ise bu ifadeyle içeriden vurup dolambaçlı yollardan giderek anlaşmayı bozmaya çalışıyor.
Buraya bir virgül koyarak Türk-Amerikan ilişkilerinin 1990’lardan günümüze geçirdiği süreci güvenlik anlamında madde madde kronolojik sırayla hatırlatalım:
– ABD, 1991 yılındaki Körfez Savaşı sonrası, Irak’ın kuzeyindeki Kürtleri korumak gerekçesiyle Çekiç Güç üzerinden PKK terör örgütünü ve Kürtçü örgütlenmeleri himayesi altına aldı.
– Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis Paşa’nın liderliğinde bölge merkezli bir terörle ve bölücülükle mücadele planı hazırlandı. Bu planın hazırlayıcısı ve uygulayıcısı Bitlis Paşa’nın önce helikopteri Çekiç Güç uçakları tarafından taciz edildi, ardından bindiği uçak düştü/düşürüldü.
– Mart 1995’te, 43 gün süren Çelik Harekatı’nda ABD’nin Kuzey Irak’taki kukla devlet oluşumu büyük darbe yedi. ABD’de “Türk komutanları hizadan çıktı” yorumları yapıldı.
– Eylül 1996’da Türk ordusunun sınır ötesi operasyonda ABD, CIA aracılığıyla eğittiği 3 bine yakın Peşmergeyi Guam Adası’na kaçırmak zorunda kalındı. Türkiye’nin bu operasyonu Washington’da “Vietnam’dan sonra en büyük yenilgi” olarak yorumlandı.
– 11 Eylül saldırıları sonrasında ABD bölgemize, o dönemki başkanı George W. Bush’un ifadesiyle “Haçlı Seferi” başlattı. Hedef ülkelerden biri Türkiye’ydi.
– 2001 yılında ABD Temsilciler Meclisi, “1915-1923 tarihleri arasında Ermeni Soykırımı yapıldığı” yalanını gündeme getirdi. Tasarıya göre Kurtuluş Savaşımız suçlandı.
– 21 Ocak 2002’de PKK elebaşlarından Mustafa Karasu, ABD Dışişleri’ne “ABD’nin saldırılarını destekledikleri” yönünde bir mektup gönderdi. ABD-PKK görüşmeleri ortaya çıktı. Aynı dönem ABD’nin özel unsurlarının Kuzey Irak’a sızdığı ve PKK’lı teröristleri eğittiği haberleri dünya basınına yansıdı.
– ABD Ordusu, 24 Temmuz 2002 tarihinde o dönem “ABD tarihinin en büyük tatbikatı” olarak değerlendirilen Millenium Challenge (Bin Yılın Meydan Okuması) Tatbikatını başlattı. Senaryodaki ülkenin tanımı Türkiye’ye uyuyordu. ABD ordusu, kendisinin yaptığı tatbikatı kaybetti.
– Irak’ın işgali sonrasında 4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’deki Türk Özel Kuvvetler irtibat bürosu, ABD ve peşmerge güçlerince basıldı.
– PKK terör örgütü, lideri Öcalan’ın yakalanmasıyla ilan ettiği sözde ateşkesi, Haziran 2004 itibariyle kaldırdığını açıkladı ve terör eylemlerine yeniden başladı.
– BOP haritası ortaya çıktı. Bu haritaya göre Türkiye ve birçok İslam ülkesi parçalanıyordu. Aynı harita, 2007 Eylül ayında görevdeki bir ABD’li Albay tarafından Roma’da bulunan NATO’nun Savunma Koleji’ndeki resmi bir toplantıda açıldı. Türk subaylar toplantıyı terk etti.
– 2006-2007 yılında PKK terör örgütü saldırıları arttı. Dağlıca ve Aktütün baskınları ile birlikte Türk ordusuna yönelik asimetrik psikolojik savaş hızlandı.
– FETÖ devreye girdi ve Türk ordusuna kumpas sürecinin düğmesine basıldı. ABD’ye direnen komutanlar tasfiye edildi, yerlerine kripto FETÖ’cü militanlar sızdırıldı.
– Arap Baharı süreci sonucunda Suriye karıştı. PKK terör örgütünün Suriye ayağı PYD harekete geçti ve ABD desteğiyle Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’yi tehdit edecek bir bölgeyi ele geçirdi. ABD bu terör örgütüne açık destek verdi.
– Terör örgütleri PKK ve DAEŞ Türkiye’ye saldırıya geçti. Sonrasında 15 Temmuz 2016’da en büyük saldırı terör ve casusluk örgütü FETÖ tarafından yapıldı. Tutuklanan FETÖ militanları için ABD’li komutanlar “Müttefiklerimiz tutuklanıyor” açıklamaları yaptı.
– ABD öncülüğünde İsrail, Yunanistan, Rum Kesimi, Suudi Arabistan, Mısır, BAE ortak bir şekilde Türkiye ve KKTC’yi de Doğu Akdeniz’den kuşatmaya başladı.
Çok özet olarak aktardığım bu gerçeklerden yola çıkarak Türkiye’ye karşı vekalet savaşının ötesinde bir aşamaya geçtiğimiz görülüyor. Türkiye asla karadan saldırılacak bir ülke değil. 500 bin askerle de 1 milyon askerle de gelseler gerçek böyle. Ancak hava sahamız zayıf noktamız. Aktardığım süreç göz önünde bulundurulacak olursa ancak ve ancak Türkiye’yi havadan etkisiz kılmak isteyecek bir güç S-400 almamızı istemeyebilir.
Yukarıda virgül koyduğum yere dönecek olursam, dostlarım bilirler ki, farklı fikirde bile olsam samimiyete büyük önem veririm. Bu tür dönemlerde yapılan açıklamalar samimiyet testi gibidir. Vatan millet sevgisi, siyasi çıkarlar veya karşıtlıklarla değil samimiyetle ölçülür.
“Hükümete karşı olsam bile bu konudaki politikasını destekliyorum. Cayacak olursa da karşı çıkarım” demek başkadır ve samimidir, “Zaten almayacaklar, ben biliyorum” havasında gezmek başkadır.
İkinci söylemi benimseyenleri vatanperverlik amacı değil siyasi karşıtlıklardan faydalanmak amacı taşıdığını düşünüyorum. Ülkemiz için daha iyi çözümü ortaya koymadan yapılan bu çıkışlar samimiyetsizdir.
Bu, Atatürkçülük veya Türkçülük değil açıkça NATOTürkçülük’tür. Bu sözlerime tepki gösteren olabilir. Göstersinler. Kusura da bakabilirler. Benim için sorun yok. Çünkü söz konusu vatan ise herkes ve her şey teferruattır.