-Korkmuyor musun?
-Neden ?
-Ölümden ?
-Nereden çıktı şimdi bu soru ?
-Ben korkuyorum.
-Neden ?
-Ölmekten…
-Ölümden korkulmaz ki, sonrasını bilmediğin şeyin adı ölüm sen o bilinmezlikten tedirginsin ve o belirsizlik seni korkutuyor .
-Olsun ben çok korkuyorum ölmekten.
-O zaman hep korkacaksın…
-Neden?
-Çünkü öleceksin bu kaçınılmaz son bir geleceği için hep o anın korkusuyla yaşayacaksın.
-Sen korkmuyor musun ?
-Bilmem, hiç düşünmedim.
Sanırım ben de korkuyorum. Ama ilk kez bir şeyi yapmanın o tanımadık heyecanı gibi ve o anı da merak ediyorum. Acaba gelişimde ussal yetisizlik gidişimdeki kazanılmış kabiliyetle nasıl bir algı sunacak bana. O an o son nefes, ben o heyecanın ruhumdaki tesirini düşünmekten yaşayacağım duygunun sadece bana kalacak son nefesindeki heyecanında o ilklerden olan belirsiz heyecanın ad yoksulu kalan ürpertisindeyim. Eğer bu korkuysa ben de korkuyorum ama sözdeki yalınlık kıymetsizliğinde korkum…
-Ölüyorsun hiçleşen bir varlık olacaksın…
Zaman senden ve seninle olan her şeyden arınacak ve -mışlardan olacaksın…. İnsanlar üzülecek yokluğuna ve gidişinle doğacak büyük bir boşluk ve gitmenle toprakta çürüyen bir beden olacaksın…
Nasıl korkmuyorsun… Bir de dinsel bir öğrenilmişlik var… Kabirde olan süreç… Yeryüzündeki yaşanılan ömrün imtihan süreci… Doğru yanlışların yerlerini edinirken verilecek cezanın da yaşadığın hayata dair oluşturduğu diyet…
-Bak dostum ölüm diye bir şeyin ardında olursan yaşamı berinde bırakırsın. Yaşa sen sadece yaşa… Ölüm ve yaşam kardeştir onların birbirinden ayrı tutamazsın ve senin var oluşundaki ying-yang dır bu…
Var olurken yok olacağını bilmiyordun ve öğrenilmiş gidiş zor geliyor ama bunun gerçekliğinin algısındaki yanılgından kurtulmalısın… gelirkenki bilinçsiz hal gitme öncesi bilinçlenmiş us için taşıdığı anlamın telaşında bir ürperti yaşıyor bu da yaşadığın yanılgıyla ilişkili…Bilinmezliğin korkusu seninki gelirken de korktun belki ama ereğin hiçliğinde tanımlayamıyorsun bunu… Dinsel öğretinin yeryüzündeki yaşamına dair tanımlamalarını yorumlamalarını bilmem her inanç içinde kurgulanmış belirli bir sistem var ama ölüm geldiğinde senin korkun olmayacak zaten o yüzden bu telaşını yaşamaya dahil olmak için emekle değiştirmelisin…
Hayatın armağan olduğu masalını ben de söylerim yok böyle bir şey. Hiçbir şey bize armağan değil. Birileri birbirini arzulamış ya da üremek istemiş doğmuşsun onlar yeryüzüne bir canlı getirmiş sense emekle sen olmayı seçmişsin ya da içinde doğduğun toplumun olmasını istediği can…Var olmanın neresi armağan ki gitmek ceza olsun… Geldiğin yeri bilir misin gideceğin yerin telaşında olasın…
-Peki o zaman yaşam bir armağan değilse reddedip gidebilirsin, neden kalmayı seçiyorsun?
-Benim derdim kalmak ya da gitmek değil ya da doğmuş olmaya dair bir diyet ödemek de değil… Ya da yaşadığım ömrün imtihan tarafından bakıp birilerini mutlu etmek ya da itaatımı belirli bir formda sunmuş olmak için belli kaidelerle değil akli kıymette öğrendiğim ve kendimce bulduğum doğrularla bu ömrü yaşamayı deneyimleme gibi kendimce kutsal kıldığım ömrümle taçlandırma derdindeyim…
İşin özü sadece yaşamak…
Ama öğretilmiş kaidelerin esaretinde değil ya da bana anlatılan ve öğrenilmiş tabularla katı kurallarla yüksek duvarlarla örülmüş zorunlu hallerinin içinde düşe kalka değil var oluşumdaki ussal kabullerimin bendeki emekle can bulan yaşamsal deneyimleri sindire sindire yaşamak yaşadım diyebileceğim gerçeklikte…O yüzden insandan yanayım… Ne kavimsel ne dinsel sömürünün tarafında. Kısacık ömrünü dünyayı kendine cennet edip diyetini bize ödetecek bezirganlara ölümüne baş kaldırmam bundandır yoksa kimseyle bir derdim yok. Ama olur bir gün gideceğim dersem giderim birileri benim için karar vermeden özgür irademle güle gülelerle dahil olabilecek şansım olursa şahsım için ömrümün en ilginç deneyimlemesi olur… Ama sanmıyorum direnmek ve öyle gitmek benim mizacımda var…
-İnsan neden doğar ya da biz niçin var olduk bizi Tanrı var etmedi mi, kendisine kulluk etmemiz için ve bu gezegendeki var oluşumuz sürecinde bizler bir imtihan içinde değil miyiz sonucunu “ceza ya da mükafat anlamında” bu dünyadan göçeceğimiz ahiret hayatında öğreneceğimiz… Eğer var oluşumuzun gayesi dışında yaşarsak dünyayı cennet ahreti cehennem yapmaz mıyız?… Yaşamamızdaki rehberimiz Kuran dışında süren ömrümüz bize ahrette ateş değil mi!…
-Baba başta ne dersin sonda ne dersin…Sonda dediğini başta desen diyalog başka gelişirdi sana bana yazık…Hayır kafa mı yaparsın yoksa canın sıkıldı ortam mı!…
Baba mevzu bitmiştir…
Mevzu yeryüzüne inmiş bir kutsalın var olmuş bir ademin yaşadığı hayata dair oluşuyla ölüşüyle arasında ömür dediği halin kaderle tasviri ve her şeyin bilinmişliğini yazgıyla tanımlayıp kişinin iradesini yazılmışla sınırlamak ve ötesi berisini günah sevapla tanımlamak… Ahhh be aga neden korkarsın yahu bak ne güzel yeryüzünde rehberin olan bir kutsalın var, ve yazılı olanlara dair itaatin nazarında alacağın ödül uymadığın takdirde bilindik cezaların da mevcut malum kısacık bir ömür hem öyle ussal yorgunluk ya da doğru yanlış kaygın da olmaz…
Kader çizgisiyle telaşın ağrın sızın da olmaz… Al bir yar gör ya da görme… Nasıl olsa az ya da çok nefsin de var o da kör sağır karanlık da olsa zamanın için yaşadım demeli ömrün hazların olur içinde üremesi de dahil olan ve yaşar gidersin aile denen sosyal bir organizma içinde ve inanç kabiliyetinde kabul görürlerinden olur…
Rahat ol…Bırak aklıyla baş başa olanlar rahatsız olsun… Bırak doğrusu yanlışı kendisinde olanlar… Ussal telaşlarında ömrü deneyimleme kaygısında hayata dair emek verirken günaha sevaba sarılmadan bir devrimci direnişi ile ömrü yaşayanlar korksun ki sanmam pek korkacaklarını ama bırak telaş onların olsun… Sen bilinenden yanasın, onlarsa hep bilinmeyene dair sırları çözüp dünyayı ayrıştırmadan barıştırma telaşında ömrü aydınlık yapma telaşında…