Gündemi yakalamak zor. Son yazımı bitirirken Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (DTCF) ile ilgili bazı bilgiler için “Yarın aktaracağım” notunu düşmüştüm ama yazımın üzerinden 3 gün geçti. Yoğundum. Ancak yazıyı yazmaktan vazgeçmedim ve en uygun gün, yani 10 Kasım’da yazmaya karar verdim. Çünkü DTCF bizzat Cumhuriyetimizin kurucu lideri/Cumhurbaşkanı, Emperyalizme karşı verilen Kurtuluş Savaşımızın ölümsüz lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla kuruldu. Hatta fakültenin adını bizzat Atatürk verdi. Fakültenin internet sitesinde, DTCF’nin kuruluşu ile ilgili şu bilgiler yer almakta:

“Adını, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat verdiği ve onun yüksek uygarlık idealini gerçekleştirme isteği üzerine, 14 Haziran 1935’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen 2795 sayılı kanunun 22 Haziran 1935 tarih ve 3035 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesiyle kuruluşu tamamlanan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Cumhuriyet Türkiyesi’nin benimsediği misyon ve vizyonun önemli bir parçasıdır. 23 Mayıs 1935 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na sunulan kanun tasarısında Fakültenin kuruluş gerekçesi şöyle belirtilmiştir: ‘Hükûmet merkezimizde bir taraftan Türk kültürünü bilgi metodu ile işleyecek tetkik ve araştırma kurumlarına olan ihtiyaç, diğer taraftan orta öğretim kurumlarımıza ulusal dil ve tarihimizin bilimsel ve en yeni anlayışlarına göre hazırlanmış öğretmen yetiştirmek ve bugünkü öğretmenlerimizin bu yönden bilgilerini tamamlamak gereği, Ankara’da bir Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kurulmasını icâb ettirmiştir.’”

Atatürk’ün ismini koyduğu, kuruluş talimatını verdiği DTCF, Cumhuriyetimizin en önemli yüksek öğretim merkezlerinden biri oldu. Daha sonra Muhsin Ertuğrul’un da çabalarıyla tiyatro bölümü de açıldı. Bu fakültede tarih, dil ve coğrafya bilimlerine ve kültür sanat yaşamımıza çok önemli katkılar yapan çok sayıda efsane isim yetişti, hocalık yaptı. Bunlar arasında Halil İnalcık, Muazzez İlmiye Çığ, İlber Ortaylı, Can Yücel, Ataol Behramoğlu, Remzi Oğuz Arık, Ekrem Akurgal gibi isimleri sayabiliriz.

DTCF, farklı yelpazelerdeki gençlik siyasetleri açısından da çok önemli bir merkez oldu. Özellikle 1960’lı yıllardan sonra siyasi öğrenci hareketlerinin, deyim yerindeyse kalelerinden biriydi. DTCF’de ülkücüler de vardı, devrimciler de… 

12 Mart ve 12 Eylül sonrası birçok siyasette yaşanan kırılmalardan, sol da nasibini almıştı. Bu durumdan, gençlik hareketleri de nasibini aldı. Özellikle kendini “devrimci” olarak tanımlayan bazı gruplarda, çok büyük oranda Türkiye Cumhuriyeti, bayrak ve Atatürk düşmanlığı öne çıkmaya başladı. Maalesef DTCF’deki öğrenci hareketlerinde de aynısını görmek mümkündü.

Ben DTCF’ye 1999 yılında giriş yaptım. Ama bitirmedim. Uzun hikaye… Benim 2004 yılına kadar ara ara devam eden DTCF günlerimde sözünü ettiğim grupların hakim olduğu bölgedeki manzara şu şekildeydi: 

– Fakültenin orta bahçe olarak adlandırılan bölgesinde Türk bayrağı görmek mümkün değildi. Asmaya kalktığınızda “faşist” damgası yemeniz yüzde 100 ihtimaldi ve saldırıya uğrardınız.

– Aynı şey, fakültenin isim babası ve kuruluş talimatını veren, Cumhuriyetimizin kurucu lideri Atatürk posteri asınca da yaşanırdı. Atatürk o saldırgan gruba göre “faşist” ve “diktatör”dü.

Ancak aynı kişilere göre terör örgütü PKK’nın elebaşı Abdullah Öcalan “Kürt halk önderi”, PKK/PYD’li teröristler “özgürlük savaşçısı”ydı. Bir terörist öldürülünce, o terörist için anma törenleri yapılır, Türkiye’nin terörle mücadelesi ise “Katil devlet, PKK halktır halk burada” sloganlarıyla protesto edilirdi.

Elbette özgür tartışma ortamları, eleştirel bakış açısı bir ilim yuvasının olmazsa olmazı. Hepimizin istediği, farklı fikirlerin bir arada yaşadığı ortamlardı. Bu fikir zenginliği, ülkemize siyasetten kültür sanata, tarihten coğrafyaya kadar kadar büyük zenginlikler kazandırdı, kazandırmaya devam ediyor. Ancak bizzat Mustafa Kemal’in talimatıyla kurulan bu ilim yuvası ile ilgili aktardığım şeyler, bizzat gözlerimin önünde yaşananlardı. Sonrasında da devam etti. İlginç olan, bu saldırıları gerçekleştirenlere karşı fakülte yönetimleri ciddi bir mücadele vermedi.

Ta ki, 15 Temmuz’a kadar. 15 Temmuz sonrası FETÖ’ye, Gladyo’ya karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin verdiği mücadele çerçevesinde bazı terör örgütleri de haklı olarak hedef alındı. Bu mücadele sonrasında üniversitelerdeki bu saldırgan grupların gücü kırıldı. Artık üniversitelerde hangi görüşten olursa olsun, vatansever öğrenciler milli politikaları savunma, yanlışları eleştirme gibi politik ortamlar oluşturdular. Bu durum, bu eğitim-öğretim yılının başına kadar sürdü.

Son yazımda aktardım. Bazı militanların yine DTCF’de terör estirdiği yönünde ciddi iddialar gündemde.  Benim ulaştığım bilgilere göre DTCF’de ekim ayında yaşanan olayların özeti şöyle: 

Barış Pınarı Harekatı, bildiğiniz üzere gerek emperyalizme gerekse onun taşeronu terör örgütü PYD/YPG’ye yönelik Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli harekatlarından biri olarak tarihe geçti. Siyaset üstü bir konuydu. Önceki satırlarda aktardığım militanlar, harekat başladıktan sonra gösteriler yapmaya, Türkiye’yi aynen emperyalist ülkeler ve terör örgütü ağzıyla “işgalci” ilan etmeye ve yine devlete “Katil” demeye başladı. Açık açık PYD/YPG terör örgütünü savundular. Siyaseti ne olursa olsun, bu ülkeye yürekten bağlı gençler de bu duruma müdahale etti ve “Atatürk’ün kurduğu bu fakültede devlete katil dedirtmeyiz” dedi. Hemen karşı tarafın propaganda mekanizması çalışmaya başladı, “Faşistler devrimcilere saldırdı” yayınları yapıldı.

Bu, açık söyleyeyim kabul edilebilecek bir durum değildir. Hiçbir devlet de bunu kabul edemez. Ancak üzüldüğüm nokta, bu terör yandaşlarına karşı çıkan öğrencilere soruşturma açılması. 

Olayın detaylarına indiğimde de, aslında saldırıların organize bir şekilde yaklaşık 1,5 aydır yapıldığını öğrendim. İsmi bende saklı bir DTCF öğrencisinin bizzat bana aktardıklarını sizlerle paylaşıyorum:

“Ben Türk milliyetçisi öğrenciyim. Yaklaşık bir buçuk aydır okulumuzda bulunan terör örgütü PKK mensupları ve marjinal sol gruplar tarafından okula giriş çıkış yaptığımız saatlerde yahut fakülte içinde derslerimize gidiş dönüşlerimizde saldırılara maruz kalıyoruz. Okulda bulunan Türk Milliyetçisi öğrencilerle birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin başlatmış olduğu Barış Pınarı Harekatı’na destek için basın açıklaması yaptık. Nurettin Demirtaş denen PKK terör örgütü yöneticisinin ‘şehirleri cehenneme çevireceğiz’ talimatı sonrası her gün üniversitemizde saldırılara maruz kalmaktayız.”

Devam ediyor:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentinde, Sıhhiye’de Türk milliyetçisi öğrencilere alenen tecrit uygulanmaktadır. Bizleri ‘Sıhhiye’de bir delikanlı Kürt genci bıçağı vurduğunda görüşeceğiz’ diyerek tehdit eden terör örgütü mensuplarına hiçbir yaptırım uygulanmazken bizlere tecrit altındayken dahi kantinin terasına çıkmamız bile soruşturma açmakla tehdit edilmemize sebep olmaktadır.”

Evet, bu durum dehşet vericidir ve düşündürücüdür. Öğrenciler açık açık öldürülmekle tehdit edilmektedir. Bugün DTCF’de yaşananlar, yarın öbür gün başka üniversitelerde yaşanabilir. Saldırıya uğrayan bugün Türk Milliyetçisi genç olur, yarın Atatürkçü bir genç veya farklı bir fikir sahibi… Fikirlerle değil, terörizmle mücadeleyi sekteye uğratabilecek bu gelişmeleri ve o öğrencilere yönelik soruşturmaları takip etmeye devam edeceğimi söyleyerek bugünkü yazıma noktayı koyuyorum.

Vefatının, ölümsüzlüğe yürüyüşünün 81’inci yıldönümünde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah ve mücadele arkadaşlarını rahmet ve minnetle anıyorum. Ruhları şad, mekanları cennet olsun…

Bir yanıt yazın