Kurtuluş Savaşımızın, Kuvay-i Milliyetimizin büyük, Cumhuriyetimizin kurucu lideri Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, o büyük Söylev’inde Tekalif-i Milliye, yani “Ulusal Vergi Buyrukları”nı açıklarken şu ifadeyi kullanmaktadır:

“Ankara’da bulunduğum sürece, yalnız, ordunun insan ve taşıt bakımından gücünün artırılması, yiyeceğinin ve giyeceğinin sağlanıp yoluna konulması ile ilgili önlemleri almak ve düzenlemeleri yapmakla uğraştım.

Bu sözünü ettiğim şeyleri sağlamak için iki gün içinde, 7 ve 8 Ağustos günlerinde, ‘Ulusal Vergi Buyruğu’ adı altında yaptığım genel bildirimlerin her birinden kısaca bilgi vereyim. Bir savaşın kazanılması için ne denli küçük şeylerin bile dikkate alınması gerektiğini anlatabilmek için bunları bilginize sunulmaya değer görürüm:” (Atatürk, “Söylev (Nutuk) II”, Türk Dil Kurumu Yayınları, Sekizinci Baskı, 1981, s. 451)

Atatürk, bunları söyledikten sonra 10 maddelik emirleri aktarmıştır.

Burada önemli ayrıntı şudur: Atatürk, o dönem Kuvay-i Milliye güçlerinin, yani Türk ordusunun ihtiyaçları çerçevesinde lazım gelenlerin karşılanması için bu emirleri verdiğini açıklamakta ve küçük-büyük demeden her desteğin önemine vurgu yapmaktadır.

Çocuk değiliz. O dönemdeki imkansızlıklarla ile bugünkü şartların bir olmadığını elbette bilmekteyiz. Tarihimizi biliyoruz. Tarihimizi 1923’te, 1071’de veya Talas Savaşı sonrasında başlatmayız. Tarihimizi bir bütün olarak ele alır, aktardığım dönemleri, bu büyük milletin tarih zincirinin önemli halkaları olarak görürüz. Bu çerçevede Tekalif-i Milliye emirlerini de 1923 halkasının önemli bir elementi olarak değerlendirmek mümkün.

Ancak…

Günümüzde de bir kurtuluş savaşı vermekteyiz. Liderler, siyasiler gelip geçicidir. Mete Han da, Alparslan da, Kanuni Sultan Süleyman da, Atatürk de faniydi. İsimleri, yaptıkları hafızalarımızda sonsuza dek yaşayacak. Atatürk’ün o veciz sözü gibi: “Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.”

İşte bizlerin derdi bu. Türk devletinin ilelebet varolması.

***

Tekalif-i Milliye nedir derseniz, Tekalif-i Milliye bir ruhtur, bilinçtir.

Örneğin Türk milletinin kendi donanmasını yapması da Tekalif-i Milliye ruhunun devamıdır. Bilmeyenler için hatırlatayım: Kıbrıs’ta Kanlı Noel sonrasında artık donanmanın, özellikle de çıkarma gemilerinin önemi artmıştır. Ancak kasada para çok azdır. İşte o çıkarma gemilerinin yapılmasında Türk milleti devreye girmiştir.

Cumhuriyet Gazetesi, 2 Mayıs 1965 günkü sayısının ilk sayfasında halka “Millet yapar” kampanyası ile donanma için bağış yapmaya çağırmıştır. Tam başlık şöyledir: “Başkalarının vermediğini MİLLET YAPAR.”

Bağışlar, Kıbrıs’ta donanmanın soydaşlarımızı kurtarabilmek için bir şeyler yapamadığının da acısı ile yeni çıkarma gemilerinin yapılabilmesi için çığ gibi büyümüştür. Türk milletinin bu büyük ilgisi ve desteği karşısında dönemin Başbakanı Suat Hayri Ürgüplü ve Başbakan Yardımcısı Süleyman Demirel’in de aralarında bulunduğu 178 kurucu asil üye Kasımpaşa’da Divanhane’de (Bugünkü Kuzey Deniz Saha Komutanlığı) 11 Mayıs 1965 tarihinde bir araya gelerek Türk Donanma Cemiyeti’ni kurdu. Kampanyayı cemiyet devraldı ve gerek bağışlar gerek cemiyet sonrasında donanmanın gelişiminde çok önemli bir rol oynadı. (Cem Gürdeniz, “Hedefteki Donanma”, Kırmızı Kedi Yayınları, Birinci Baskı, 2013, s. 120)

İşte Tekalif-i Milliye böyle bir ruhtu.

***

Şimdiki şartlara bakalım. Salgına daldık ve bu nedenle unuttuk ama bölgemiz şu an bir cehennemi andırmakta. Madde madde yazalım:

SURİYE

Suriye denilince tabii gündemimizin ilk sırasında bu ülkenin kuzeyi gelmektedir. Öncelikle İdlib’te şimdiye kadar yaşananlardan çok daha büyük bir kaosun adım adım işaretleri gözüküyor. 5 Mart’ta Türkiye ile Rusya arasında bir mutabakata varılmıştı. Ancak bu mutabakat, kalıcı bir ateşkesi getirmiyordu. Ankara ile Moskova arasındaki diyaloğun sürmesi önemli. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da “Rusya ile ortak devriyeler sürüyor” diyerek ortak hareket kararlılığımızı gösterdi. Ancak bölgeyi karıştırmak isteyen küresel ve bölgesel güçlerin vekil örgütleri (HTŞ, Huraseddin, Türkistan İslam Partisi vs.) ile rejim, İran destekli unsurlar sürekli olarak ateşkesi bozmaya çalışan, çatışmayı körüklemek isteyen işler peşinde.

Türkiye, İdlib’teki durumun farkında ve ciddi bir yığınak gerçekleştirdi. Son aldığım duyumlara göre, 3 yeni gözlem noktası oluşturuldu. Gözlem noktalarımızın sayısı da 50’ye yaklaştı.

Ayrıca Şam’da dengelerin değiştiği yönünde bazı duyumlar aktarılıyor. Örneğin Esad’ın koltuğunun ilk kez ciddi bir şekilde sallandığı ve yerine Rusya’nın da kabul ettiği ABD-İsrail destekli bir adayın konuşulduğu iddia edilmekte. Sohbet ettiğimiz eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin de, benzer bir değerlendirme yapmakta. Pekin, böyle bir durumda Suriye’nin federal veya özerk anlamında 4-5 parçaya ayrılma ihtimalinden söz etti. Bu parçalar:

– Şam merkezli bir yapı
– Halep merkezli bir yapı
– Lazkiye merkezli bir yapı
– PYD-YPG terör örgütü merkezli bir yapı
– Dürziler için Süveyde eyaleti merkezli bir yapı

İsmail Hakkı Pekin, böyle bir ihtimal durumunda Türkiye’nin İdlib’ten geri adım atmaması, Irak’tan Akdeniz’e inen hat içinde Türkiye’ye yakın güçlerin kontrolünün güçlendirilmesi gerektiğinin altını çizdi. Pekin ayrıca olası Halep merkezli bir yapıda yine Türkiye’nin desteklediği güçlerin egemen olması gerektiğine vurgu yaptı.

Yani bölge iyice karışacak. Buradaki en önemli kuvvetimiz de elbette ki ordumuz, istihbarat yapılanmamız.

IRAK

ABD birçok üsten çekildi ancak, bazı üslerde kaldı, üstüne kaldığı üslere füze bataryaları yığdı, yığmaya devam ediyor. Patriot füze bataryalarının yanı sıra İHA, SİHA, drone gibi hava araçlarına karşı kullanılabilen ve dakikada 6 bin mermi atan Vulcan sistemini getirdiği belirtiliyor. Bu araç, geçmişte gemilerde kullanılabiliyordu. Şimdi karada da kullanılmakta. Yani ABD, ciddi bir hazırlık yapıyor.

Hareketlilik, Irak’ta Sünni bir merkezli bir yapının güçlendirilebileceği anlamına da geliyor. Bu durumda hem İran hem de Irak ve Suriye merkezli Kürtçü örgütlenmeler ve terör örgütleri, bu yapıya karşı harekete geçecektir. Bu durumda, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde de gerekli askeri tedbirleri alması zorunlu hale gelir.

DOĞU AKDENİZ

Libya’daki durumu son yazımda aktarmıştım. Meşru hükümete yönelik Küresel destekli saldırı büyük oranda artıyor.

Yine KKTC’de ve çevresindeki deniz alanlarında mücadele sürüyor.

***

İşte bu saydıklarımın hepsi para, yani güçlü ekonomi ile mücadele verilebilecek sorunlar. İdlib’teki, Doğu Akdeniz’deki, Irak’taki, Kıbrıs’taki askerlerini paran varsa destekleyebilirsin. Yoksa, hepsinden adım adım çekilmek zorunda kalırsın.

Tüm dünya ekonomisinde büyük tahribat oluşturan Pandemi, yeni bir dünya kurulurken güçlü kalabilecek ülkeleri yeni dönemin lideri, zayıf düşen ülkeleri yeni dönemin mağlupları olarak tarihe geçirecek.

Türkiye, bu konuda ekonomik olarak ayakta kalırsa, yeni dönemde medeniyetimizin, tarihimizin bize yüklediği görevleri yapabilmemizin önü açılır. Ancak yenilirsek, işte o zaman 100 yıl önce Sevr haritasını dayatanlar, ellerini ovuşturmaya başlar.

Tekalif-i Milliye meselesine bir de bu açıdan bakmak zorunludur.

SON NOT: Bazı yurttaşlarımızın tepkilerini anlıyor ve hak veriyorum. Bende bu kampanyaya, kendi çapımda destek verdim. Devletimize, ordumuza, milletimize katkı olacak her desteği sonuna kadar helal ediyorum. Aslında bizim değil devletimizin, milletimizin bizden helallik istemesi gerekiyor. Ancaaak, eğer bu yardım kişilerin cebine gider ise sonuna kadar haram ederim, buna karşı mücadele hakkımı son nefesime kadar kullanırım. Bu nedenle, kampanya çerçevesinde toplanan paraların şeffaf bir şekilde kamuoyuna duyurulması zorunludur. Böylece, psikolojik savaş aparatlarının sesini kısmamız da kolaylaşır. Nokta…

Bir yanıt yazın