PKK terör örgütü iki gün önce Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde odun toplamaya giden köylü vatandaşlarımıza saldırdı. Saldırıda 5 vatandaşımız şehit düştü. Bu saldırı, PKK terör örgütünün, insanlık tarihinin en aşağılık örgütlerinden biri olduğunu bir kez daha gösterdi. Birileri yarım ağız kınarken “saldırı birçok soru işaretini barındırmaktadır” diye kılçık atmayı ihmal etmedi. Emin olun olayın arkasında PKK terör örgütü olmasaydı ve olay hakikaten soru işaretleri barındırsaydı, ortalığı ayağa kaldırırlardı. Maalesef yandaş bulmakta da zorlanmazlardı.

Gelelim “PKK terör örgütü neden böyle bir saldırı yaptı” sorusunun yanıtını vermeye.

Milat 24 Temmuz 2015’tir. Bir devlet kararı olan Çözüm Süreci’nin terör örgütü tarafından suiistimal edilmesi, örgütün kırsal bölgelere ve şehir merkezlerine silah, mühimmat yığması, militan yetiştirmesi, katılımın artması ve son olarak bir yerden düğmeye basılmış gibi sözde ateşkesi bitirme açıklaması ve saldırılarına başlaması üzerine Türk devleti 24 Temmuz’da, operasyon sürecinin düğmesine bastı. Bu operasyonların öncekilere benzemediği giderek anlaşıldı. O dönemin şöyle bir özelliği de vardı. Gerek TSK gerek Emniyet teşkilatında kripto FETÖ’cüler operasyonları baltalamak için ellerinden geleni yaptı. Ancak başarısız oldular. Örgüt önce kırsalda, sonrasında da başlayan hendek-barikat kalkışmasında da şehir merkezlerinde ezildi. Şehir merkezleri temizlenirken, siyasi ayağa yönelik operasyonlar da beraber yürütüldü.

Sonrası malum… Yurt içi ve yurtdışı operasyonları örgütü hareket edemez hale getirdi.

Eylem yapamadıkça, halk örgüte yönelik korkusunu üzerinden atmaya başladı. Zorbalıkla sağladıkları destekler de kesilince örgüt iyice kapana kısıldı.

Kalekolların yapılması ile alan hakimiyeti yeniden güvenlik güçlerimizin kontrolüne geçti.

Örgüt, sıkışıp şehirlerden destek alamadıkça lojistik ve militan temininin önü kapandı. Çocukların kaçırılıp dağa götürülmesi de bu çerçevede ele alınmalı. Çünkü örgüte katılım, neredeyse sıfırlanma noktasına geldi. Bu etkenler neticesinde yurtiçinde güvenlik güçlerimize yönelik eylem yapamaz hale geldiler.

Sınırların tahkim edilmesi ve Irak’ın kuzeyinde yapılan operasyonlar, teröristlerin ülkemize sızmalarını da zorlaştırdı. Çünkü örgütün eylem yapacak militanlarını yerleştirdiği sınır ötesindeki kamplar, TSK tarafından temizlenmeye başlamıştı. Jandarma da yurt içindeki terör unsurlarına darbe üstüne darbe indirdi. Gerek yurtiçinde gerek sınıra yakın bölgelerde SİHA’ların etkili operasyonları da örgütün eylem kabiliyetini sıfırladı.

Dayandıkları tek yer kalmıştı. O da Suriye’deki terör yapılanması. Ancak önce Zeytin Dalı Harekatı’yla Afrin’in teröristlerden temizlenmesi, örgüt içinde bir efsaneyi sona erdirdi. Afrin onlar için kaleydi. “TSK ‘ya Vietnam’ı yaşatacaklar”dı. Ancak, asıl bozguna kendileri uğradı. Çok kısa bir süre içinde militanlar burayı terk edip kaçmak zorunda kaldı. Kalanlar da çok kısa sürede etkisiz hale getirildi.

Ardından da Barış Pınarı Harekatı’yla Tel Abyad ve Resulayn teröristlerden temizlendi. Çok güvendikleri ABD bile TSK’nın karşısına çıkamadı. Psikolojik duvar iyice yıkılmıştı.

Burada istihbarat birimlerinin de hakkını vermek lazım. Yedikleri darbeyi unutturmak için yapmaya çalıştıkları tüm girişimlerin, yaptıkları tüm hazırlıkların iletişim ağı istihbarat birimlerimizin tarafından tespit edildi. Eylem için yurt içine militan ve patlayıcı sokma girişimleri örgüt açısından hüsran ile sonuçlandı.

Son olarak sözde sorumlu/yöneticilerinin TSK-MİT koordinesindeki başarılı operasyonlarla etkisiz hale getirilmesi militanlarda, örgüt tarihinde belki de Öcalan’ın yakalanmasından sonraki en ciddi psikolojik tahribatı oluşturdu. 

Ulaştığımız bilgilere göre, örgüt içinde özellikle Afrin’in onlar açısından kaybedilmesiyle başlayan psikolojik travmaya, örgüt elebaşlarına yönelik taciz, tecavüz gibi iğrençliklere başkaldırılar da eklenince çözülme giderek arttı. Son dönemlerde teslim olan terörist sayısındaki artışa baktığınızda bunu görebilirsiniz. Özellikle kadın militanlar itiraflarında, yaşadıkları veya şahit oldukları taciz ve tecavüzleri anlattı.

Aktardığımız gibi katılım da iyice azalınca artık bir canavarın ölürken saldırganlaşması gibi gücü yettiklerine saldırmaya başladılar. Kulp saldırısını bu çerçevede değerlendirmek mümkün. Amaç halka baskıyı yeniden hissettirmek ve terörle göz korkutup, destekçi bulmak. Kendilerine destek vermeyeceklere de bu tür saldırılarla gözdağı vermek.

***

Benzer baskıyı Suriye’de işgal altında tuttukları bölgede de yaptıkları kulaklarımıza çalındı. PYD/YPG terör örgütü, Türkiye’nin, harekat bölgelerinden ve kuzeyden, Rusya ve İran destekli rejim güçlerinin de güney bölgelerinden kısmi sıkıştırmalarıyla özellikle ekonomik açıdan büyük bir açmazın içinde. Terör örgütünün bu açmazdan çıkmak için özellikle Arap kökenli Suriyelilerin işyerlerini gasp etme yoluna gittiğini öğrendim. Özellikle gıda işi yapan Arap kökenli Suriyeliler, silah zoruyla dükkanlarını, işyerlerini bırakmak zorunda kalıyorlarmış.

Örgüt, böylece bir taşla iki kuş vuruyor: hem ekonomik olarak bir nebze de olsa rahatlamakta hem de kendileri için tehdit olarak gördüğü Arap kökenli Suriyelileri bölgeden uzaklaştırıp demografiyi değiştirmekte.

PKK/PYD terör örgütünün geçmişini hatırladığımızda, bu yaptıklarını yadırgamıyoruz.

Özetle, sonları yaklaştıkça güçlerinin yettiği silahsız sivillere karşı daha da saldırganlaşıyorlar.

Bir yanıt yazın