Bugünlerde Kanal İstanbul ile yatıp Kanal İstanbul ile kalkmaya başladık. Doğu Akdeniz gibi önemli bir gündem maddesi bile ikinci plana atılmış gibi. Gerek hükümet gerek muhalefet sıkça bu konuyu gündeme getiriyor. Ancak “tartışmalarda proje ile ilgili bilgilenebiliyor muyuz” sorusuna yeterli bir yanıt bulmakta zorlanıyorum.

Hükümetin önemli bir argümanı var: “Boğazlarda, Montrö’de bize tanınan bir hak yok, istedikleri gibi gelip geçiyorlar. Düşünün, sizin Boğazınızı kullanıyorlar ama hiçbir şey elde edemiyorsunuz. Öyle bir durum var. Kanal İstanbul ise böyle değil, Süveyş Kanalı’nda ve diğerlerinde oraların nasıl kendilerine ait hakları varsa biz de bu yatırımı yaptığımız zaman bu tür bir hukukumuz doğacak.” (Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 18 Aralık 2019 tarihli açıklaması)

Karşı çıkanlar da Kanal İstanbul nedeniyle, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin devre dışı kalmasının Türkiye’yi çok ciddi güvenlik problemleri ile karşı karşıya bırakabileceğini söylemekte.

Peki sürekli gündemde olan bu Montrö nedir, hiç düşündünüz mü? Orada ne tartışıldı, ne kararlar alındı, gündemdeki konular Montrö’de nasıl gündeme geldi? İşte bu yazıdan itibaren birkaç yazıyla Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni sizlere aktarmaya çalışacağım.

Öncelikle şunu belirteyim, orijinal yazılışıyla Montreux, Türkçe okunuşuyla Montrö, İsviçre’nin Vaud kantonunun Vevey bölgesinde yer alan bir şehrin adı. İşte sürekli gündemimizde yer alan sözleşmenin adı da, 22 Haziran-20 Temmuz 1936 tarihleri arasında yapılan konferansa ev sahipliği yapan bu şehirden geliyor. Bu yazımda “konferansın toplanmasına neden ihtiyaç duyuldu” sorusuna yanıt vermek istiyorum.

***

Kurtuluş Savaşı’mızı kazandıktan sonra 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması, sadece bir belge değil, aynı zamanda çok sayıda sözleşmeyi de barındırıyordu.

Bu sözleşmelerden biri Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ydi. Sözleşme ile Boğazların askersizleştirilmesi, Boğazlardan geçiş serbest olup, bu bölgede belirlenen statünün uygulanabilmesi için, başkanlığını Türk temsilcisinin yapacağı Boğazlar Komisyonu kurulması; askeri bakımdan Türkiye için tehlike teşkil edecek bir duruma engel olmak üzere, Milletler Cemiyeti’nin, özellikle İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya’nın garantisi sağlanması kayıt altına alındı Böylece Boğazların kontrolü ve yönetimi Türkiye’nin de yer aldığı milletlerarası bir statüye bağlandı. Bunun sonucu olarak Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki hak ve yetkileri geniş ölçüde sınırlandı.

Türkiye, bu sözleşmeye göre kendi toprakları içinde olan Boğazlarda ve Marmara Denizi’nde tam bir egemenlik kuramayacaktı. Türk Hükümeti, 1930’lu yıllarda bölge ve dünya siyasal şartlarının değişmesi nedeniyle Boğazlarda egemenlik haklarını kazanmak için konuyu adım adım uluslararası platformlara taşımaya başladı. Boğazların statüsünü değiştirmeye yönelik isteğini ilk olarak 23 Mayıs 1933 tarihinde, Londra’da toplanan Silahların Azaltılması ve Sınırlandırılması Konferansı’nda gündeme getirdi. Konferansa Türk Heyeti’nin başkanı olarak katılan dönemin Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras, Türkiye’nin tezlerini aktardı.

Cumhuriyet Hükümeti bununla yetinmedi, Hitler yönetimindeki Almanya’nın Versay Antlaşması hükümlerine aykırı bir şekilde silahlanmasına tepki olarak, İngiltere, Fransa ve İtalya arasında 14 Nisan 1935’te imzalanan Stresa Antlaşması’nın hemen akabinde, 17 Nisan 1935 tarihinde Milletler Cemiyeti’nde de Boğazlar meselesi ele alındı. Genel Kurula Fransa, İngiltere ve İtalya adına sunulan ve içinde Boğazlara ilişkin askeri hükümler bulunan bir karar tasarısının tartışılması sırasında ve oylamaya geçilmeden önce söz alan Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, bu hükümlerin “ayrım gözetici nitelikte olduklarını” belirtmişti. Aras’ın Milletler Cemiyet’inde aktardığına göre bu hükümler, “Türkiye zararına bir eşitsizlik durumu yaratmaktadır. Üstelik, bu eşitsizlik, bu hükümlerin kabulünü etkileyen koşullarda meydana gelen derin değişikliklerle, koşulların daha da uğrayabileceği temel değişiklikler ne olursa olsun, varlığını sürdürmektedir.” (Seha L. Meray-Osman Olcay, “Montreux Boğazlar Konferansı – Tutanaklar Belgeler”, A.Ü.S.B.F. Yayını, Ankara 1976)

Yine 1935 yılının 14 Eylül’ünde, Milletler Cemiyeti Genel Kurulunun sekizinci genel oturumunda Aras, silahlar konusunda işlem eşitliğine ilişkin olarak öne sürülmüş görüşmelere değinerek, Boğazlarda askersizleştirilmiş bölgelerle ilgili yeni bilgilendirmeler yaptı. Aras’ın o konuşmasında şu önemli vurguyu aktardı: “Bu bölgeyle ilgili askeri hükümler, Türkiye’nin kıyı savunmasına ve ülkesinin iki kesimi arasında geçiş ve taşıma güvenliğine ağır bir zarar vermektedir.”

Boğazlar konusunda ısrarını sürdüren Türk hükümeti, 10 Nisan 1936 tarihinde 9 ülkeye nota verdi. İngiltere, Bulgaristan, Fransa, Yunanistan, İtalya, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya hükümetlerine verilen nota, aynı gün bilgilendirmek amacıyla Milletler Cemiyeti Genel Sekreterine ve onun aracılığıyla Milletler Cemiyeti üyelerine ulaştırıldı.

Nota, şu 4 esası kapsıyordu:

1- Yeni dünya dengesi bakımından, Avrupa’nın 1923’deki durumu, 1936’dakinden çok farklı idi. 1923’de Avrupa silahsızlanmağa doğru yürüyor ve kıtanın siyasi örgütü uluslararası garantilerle söz edilen değişmez prensipler üzerine kuruluyordu. Türkiye 1923 Lozan sözleşmesini imzalamıştı. Çünkü 18’inci maddenin sağladığı teminata ve buna ek olarak 4 büyük devletin Boğazları savunma konusunda verdikleri garantiye güvenmişti. Ancak şimdi şartlar büsbütün değişmiş Akdeniz’de yeniden bir güvensizlik belirmeye başlamış ve Boğazların güvensizliğine çare teşkil edecek tek garantinin de elden gittiğini belirtti. Ve gelecek de büyük tehlikelere gebe bulunmakta idi.

2- Sözleşmenin koruduğu garantiler işlemez hale gelmişti. Türkiye verilen teminat dışında güvenliği, bütün arazisinin güvenliği için zaruri olan bir toprak parçası üzerinde egemenliğinin kısıtlanmasına tabiiki asla razı olamazdı. Bu garantiler işlemez hale geldiğine göre, bütün sözleşmenin dengesi, yalnız Türkiye’nin değil, Avrupa barışının da aleyhine bozulmuş bulunmakta idi. Türkiye sözleşmenin yüklediği külfete karşılık olarak verilen teminat arasında yalnız dört büyük devletin garantisi, zamanında Türk toprak bütünlüğünü sağlamaya müsait görünmüştü. Halbuki bu devletlerin Milletler Cemiyeti’ne karşı davaları da zamanla hayli değişikliklere uğramıştı.

3- 1923 rejimi sınırlı veya genel harp tehdidini hesaba katmıştı. Bu husus Lozan rejiminde görülen noksanlardan biri idi. Sistem sadece barış ve savaş hallerini ve savaşta da yalnız Türkiye’nin tarafsızlığını veya muharipliğini öngörmüştü. Sistemin eksikliği, harp tehdidi halinde Türkiye’yi meşru müdafaası için gereğini yapmaktan men etmesi idi.

4- Türkiye Lozan sözleşmesinin tadili müzakerelerine katılmağa hazır olduğunu ifade etmekte idi. Doğuşundan beri Türkiye Cumhuriyeti, ağır fedakarlıklar pahasına bile olsa, daima barış ve anlaşma politikası izlemiş, uzlaşma eğilimini, vecibelere, sadakat ve barış davasına bağlılığın delillerini her fırsatta vermişti. Türkiye başka memleketlere sağladığı güvenliği kendi içinde talep etmek hakkına haiz olmalıydı. (Feridun Cemal Erkin, “Türk Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi”, Başnur Matbaası, Ankara, 1968, s. 47.)

Notada “Boğazlar Sözleşmesi’nin görüşmelerine katılmış devletlere, Türk ülkesinin dokunulmazlığı için zorunlu güvenlik koşulları içinde ve Akdeniz’le Karadeniz arasında deniz ticareti ulaşımının sürekli gelişmesi bakımından, en geniş görüşlü bir anlayışla, en kısa bir süre içinde, Boğazlar rejimini düzenleyecek anlaşmalara varmak üzere, görüşmelere girişmeğe hazır olduğu” bildirildi.

Bu çağrı karşılıksız kalmadı. Montrö Boğazlar Konferansı, bu çağrının neticesi sonrasında toplandı. Konferansın açılış toplantısı, İsviçre Konfederasyonu Siyasal Federal Dairesi Başkanı (Dışişleri Bakanı) Giuseppe Motta başkanlığında 22 Haziran 1936 tarihinde yaptı. Konferansa, Türkiye’nin yanı sıra Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı (İngiltere), Bulgaristan, Avustralya, Fransa, Yunanistan, Japonya, Romanya, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Yugoslavya katıldı. İtalya toplantıya katılmadı. Türkiye toplantıya 30 kişi ile en geniş katılımı yapan ülkelerin başında yer aldı. Heyet Başkanı Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’tı. Tarihi konferans başlamıştı.

Açılış konuşmasını yapan Motta, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, diplomatik önemli bir sorunun çözüme bağlanmasında, yüksek düzeyde dürüst davranmanın ve en uygun yöntemi kullanmanın, en istenir güzel bir örneğini vermiş olmaktadır” diyerek Türkiye’nin konferansın toplanmasına yönelik çabalarını övdü.

Bir sonraki yazıda, tutanaklardan Montrö’de neler olduğunu aktaracağım.

Bir yanıt yazın