Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Tümamiral Cihat Yaycı, 2011 yılında “Güvenlik Stratejileri Dergisi”nin 14. sayısında yazdığı ve genişleterek bu yıl “Libya Türkiye’nin Denizden Komşusudur” adıyla kitaplaştırdığı “Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasında Libya’nın Rolü ve Etkisi” başlıklı makalesini şu ifadelerle bitirmekte: “Doğu Akdeniz’de karşılıklı kıyıları bulunan iki kıyıdaş devlet olarak Libya ve Türkiye’nin denizcilik alanında ilişkilerinin geliştirilmesi oldukça önem arz etmektedir. Uluslararası hukuka göre, karşılıklı kıyıları bulunan Libya ve Türkiye’nin hakkaniyet ölçüleri çerçevesinde bir an evvel deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşması yapması her iki ulusun menfaatinedir.”

Evet, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 27 Kasım’da Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanlık Konseyi Başkanı Fayez Al Sarraj ile yaptığı anlaşma, sadece Türkiye açısından değil, Libya açısından da tarihi özellikler taşımakta. Libya, anlaşma ile Yunanistan’ın 2014 yılında, bu ülkedeki iç savaşı ve fiili bölünmüşlüğü fırsat bilerek gasp ettiği 39 bin kilometrekarelik deniz alanını geri kazandı. Yani vatan topraklarına kattı. Bu durum, Türkiye’nin Doğu Akdeniz konusunda en başından itibaren savunduğu “hakkaniyetli çözüm” çağrılarına uygundu. Zaten Türkiye en başından itibaren “Hep bana” politikası yerine aktardığımız formülü gündeme getirmişti. “Win win-kazan kazan” olarak adlandırabilecek öneride Doğu Akdeniz’deki zenginlikler, bu deniz alanına kıyısı bulunan ülkeler tarafından hakları çerçevesinde paylaşılmalıydı. Deniz yetki sınırları da bu çerçevede çizilmeliydi. Ancak arkasına emperyalizmi alan Batı’nın şımarık çocukları Yunanistan ve Rumlar, halkların, ülkelerin haklarını görmezden gelerek Doğu Akdeniz’i adeta bir Rum/Yunan gölü haline getirmeyi, Türkiye’yi denizden kuşatmayı, Kıbrıs Türklerini yok etmeyi hedefledi. Bu plan çerçevesinde de hiçbir halkın çıkarını umursamadı, hakkını gözetmedi. Türkiye ile Libya arasında imzalanan anlaşma, bu politikaya büyük darbe indirdi. Türkiye, bu iki şımarık çocuğun arkasındaki güçlere dayanarak oynadığı satranç oyununda Yunan ve Rum’un vezirini düşürdü ve şah çekti.

Yunanistan’ın ‘şah’ı artık sıkışmış durumda. Adım atamıyor. Bunu Yunan basınındaki yazılardan da anlıyoruz. Örneğin Yunanistan’da ünlü Hellasjurnal isimli internet sitesinde yer alan “Mavi Vatan ve Medusa’nın İpuçları” başlıklı makalede şu durum tespiti yapılmakta: “Sert diplomatik pokerde Türklerin uyguladığı Ganbot diplomasisi ve Mavi Vatan doktrini adım adım hayata geçiriliyor. Ankara bu konuda rol yapmıyor ve amaçlarını açıkça belli eden eylemlere girişiyor.”

Yunanlı hukukçu ve Yunan Anayasa Mahkemesi eski raportörlerinden Georgios Papasimos  da, Slpress isimli sitede yer alan makalesinde Türkiye’nin hamlesini şu sözlerle değerlendirmişti: “Maalesef Türkiye bekleneni gerçekleştirdi, yıllarca Syriza hükümetinin ve şimdi Yeni Demokrasi Partisi’nin yatıştırma siyaseti sonucunu verdi. Halka söylenen yalanların sonuçlarını bugün görüyoruz. (…) Şu an gördüğümüz, Türklerin Mavi Vatan doktrinini gerçekleştirmek için sundukları haritalar kapsamında adım adım ilerledikleri.”

Bu hamleden rahatsız olan sadece Yunanistan değil. Fransa ve İtalya’da da büyük rahatsızlık var. Yıllarca emperyalist emelleri çerçevesinde Doğu Akdeniz’e kıyısı bulunan ülkelere yönelik her türlü saldırıyı yapan, o ülkeleri sömüren bu iki ülke, Türkiye ve Libya anlaşmasından rahatsız oldu.

Rahatsız olan iki ülke daha var. Bunlardan biri Mısır, diğeri İsrail. İşte garip olan da bu. Çünkü Doğu Akdeniz’e kıyısı bulunan bu iki ülke, eğer Türkiye’nin önerisini kabul eder ve Türkiye ile benzer anlaşmalar yaparsa, deniz alanlarında ciddi bir kazanım elde edecekler. Mısır, 2003 yılında Rumlar yerine Türkiye ile Anadolu-Afrika ortay hattına göre sınırlandırma anlaşması yapsaydı Rumlar ile yaptığı anlaşmaya nazaran 11 bin 500 kilometrekare daha fazla deniz alanı kazanabilecekti. Benzer durum halen geçerli. Yunanistan, şu an Türkiye’ye karşı hamle olarak Mısır ile deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması imzalamayı planlıyor. Bu gerçekleşir ise Mısır 15 bin milametrekarelik bir deniz alanını kaybedecek.

Benzer durum İsrail için de geçerli. İsrail kamuoyuna ve halkına, ülkelerinin Rumlar ile yaptığı deniz yetki alanları anlaşması ile Türkiye ile yapacağı deniz yetki alanları anlaşması imzalanması arasındaki farkı görmesini sağlamak gerekiyor. Geçmişte Rumların gayrimeşru bir şekilde ilan ettiği sözde MEB’de Afrodit sahasının İsrail’e ait deniz sahası olduğunun ortaya çıkması sonrasında İsrail’in tavrı değişmişti. Bunların yeniden gündeme getirilmesi ve bu ülkenin Türkiye ile dostane ilişkilere önem verip, deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması yapması durumunda kazanımlarını anlaması sadece bize değil İsrail’e de kazandıracaktır.

Özetle, İsrail ve Mısır kamuoyu ve halkları, Türkiye düşmanı güçlerle işbirliğini kendi menfaatleri çerçevesinde öne çıkaran yönetimlerinin kendi ülkelerine kaybettirdiği zenginlikleri görmeli. Bizler de ısrarla bunu anlatmalıyız.

Sonraki yazım, bundan sonra ne yapılması gerektiğiyle ilgili olacak…

Bir yanıt yazın