Birkaç gündür içeride yoğun bir tartışma yürüyor. Önce Bülent Arınç’ın açıklamaları, ardından Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın tahliyeleri tartışmaları alevlendirdi. 

Önce KHK’lı mevzusuna biraz değinmek lazım. 

Bu terör ve casusluk örgütünün en iyi yaptığı şeylerden biri mağduru oynamaktır. Bu militanlar, “Atatürkçü, Muhafazakar/Dindar, Devrimci, Ülkücü, Milliyetçi” rolünü çok yaptıkları ve inandırdıkları gibi mağdur rolünü de o kadar iyi oynar ki, hedef kitleyi kendisine inandırır. KHK mağdurları olarak ortaya çıkan büyük çoğunluğun yaptığı da bu. Bu kadar büyük çoğunluğun içinde gerçek anlamda mağdur olmuş olanlar var mıdır? Olabilir. Bunu Türk yargısı çözecektir, çözmelidir. Nokta. 

Pekiii:

– O sınavlarda kazanmayı hak eden insanlarımızın haklarını gasp edip/çalıp, örgütün verdiği kopyalarla devlette memur olarak işe başlayanları mı savunacağız?

– Devletin içinde örgütlendikçe, hak edenlerin yerine kendi adamlarını yerleştirenleri mi savunacağız? Bu şekilde haksız bir şekilde devletin yargısına yerleşenleri mi savunacağız?

– Emniyette bu ülkeye canlarını verecek kadar bağlı olan polislerimizin ya emekli ettirilip ya da sürdürülmesinden sonra emniyete yerleştirilen o militanları mı savunacağız?

– Kumpaslarla TSK’dan tasfiye edilenlerin, bedel ödeyenlerin, canlarından olanların yerlerine yerleştirilenleri, terfi ettirilenleri mi savunacağız?

– Üniversitelerde hangi düşüncede olursa olsun kim “vatan” diyorsa onları tasfiye edip, onların yerlerine yerleştirilen “Rojavacıları, FETÖ’cüleri”, vatansever öğrencilere saldıran militanları teşvik eden, destekleyenleri mi savunacağız?

Bana söyler misiniz, biz bunları mı savunacağız? 

Kimse kusura bakmasın, bakan olursa da baksın. Ben asla ve asla bunları savunmayacağım.

Gelelim ikinci olaya…

“FETÖ’nün medya yapılanması” davasında, Ahmet Altan 10 yıl 6 ay, Nazlı Ilıcak 8 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldıktan sonra tahliye edildi. Mehmet Altan hakkında ise beraat kararı verildi. Olayın hukuki boyutunu konuşmayı hukukçulara bırakıyorum. Haddimiz değil. Ancak olayın bazı boyutları dikkate değer.

Bu iki şahsın adını, Cumhuriyetimizin kurucusu ve Kurtuluş Savaşımızın ölümsüz lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün partisinin kürsüsünden okuyanlar “Yetmez ama evet” anlamına gelebilecek bir açıklama yaptı: “Bazı gazeteci arkadaşlarımız tahliye oldular ama yetmiyor.”

Peki…

– Taraf isimli paçavra gazete miydi ki, “gazeteci arkadaşlarımız” deniyor?

– Kumpaslarda hedef alınan gazetecilerin aleyhine yazılar yazan, Ergenekon kumpasında tutuklu bulunan gazeteci Deniz Yıldırım’ın, “gazetecilikten değil tasarlayarak adam öldürmekten dolayı mahkum olduğunu” iftirasını yazıp, hakkında açılan davayı kaybeden Nazlı Ilıcak’a bir söz söylemeyecek miyiz?

– Beğenelim beğenmeyelim, destekleyelim desteklemeyelim bu ülkenin halkı tarafından seçilmiş hükümetini her türlü kumpasla, darbeyle devirmeyi meşru görenleri mi savunacağız?

– 15 Temmuz’dan hemen bir iki gün önce darbe çağrıları yapanları mı savunacağız?

Kimse kusura bakmasın, bakan olursa da umurumda değil. Ben asla ve asla bunları da savunmayacağım.

Algıların değil hakikaten peşinden yürüyeceğiz. 

Çin Sarayı’ndaki 41’inci çeri olacağız.

Bu vatanın kurtuluşuna inanıp Bandırma Vapuru’na binen 7’inci kişi olacağız.

Kıbrıs’ta Zafer Tepe’ye çıkan ikinci olacağız. 

15 Temmuz’da tek başına alçakların karşısına dikilen Ömer Halisdemir’in yanındaki ikinci nefer olacağız.

Akil Dağı’nda Bülent Binbaşı’nın yanında o albayrağa sarılı uyuyan 13’üncü şehit olacağız.

Mustafa Kemal Atatürk’ün vurguladığı gibi “Ya istiklal ya ölüm” diyeceğiz.

Recep Tayyip Erdoğan’ın vurguladığı gibi “Ya olacağız ya öleceğiz”.

Bu vatanın nasıl badireler atlattığını, kimlerin ne bedeller ödediğini iyi bileceğiz. 

Bilmezsek, o bedellerin çok daha ağırını bizlere, hepimize ödetmeye kararlı bir düşman adım adım ilerliyor, bu ülkenin insanlarından hesap soracaklarına dair sosyal medya hesaplarında yeminler ediyor. 

Haberiniz olsun…

Bir yanıt yazın