Türkiye, Fatih’ten sonra ikinci sondaj gemisi Yavuz’u Doğu Akdeniz’e uğurladı. Yavuz burada sondaj çalışmalarını sürdürecek. Arkasına başta üyesi yapıldığı AB olmak üzere Batı dünyasının desteğini alan Rumlar, bu çalışmalardan rahatsızlık duymakta. Hatta Fatih gemimizin personeli hakkında tutuklama kararı çıkarıp, bu kararı uygulamakla tehdit ettiler. Buna rağmen Türkiye, hem Türkiye Cumhuriyeti hem de KKTC açısından hayati önemde olan adımları atmaya devam ediyor. Peki Rumlar’ın bu küstahlığının nedeni ne? Öyle ya Rumların Türkiye’ye kafa tutması, (Rumlara benzetmek için değil örnek olması açısından yazıyorum) bir karıncanın insana kafa tutması gibi bir şey. “Rum Kesimi’nin bu gücü aldığı yer Yunanistan” demeyin. Yunanistan’da Türkiye’nin dengi değil. Güç dengelerine bakarsanız bunu çok net görebilirsiniz. AB seçeneği de pek geçerli değil. Elbette Rumlar AB içinde askeri anlamda güçlü ülkeler var ancak bu ülkeler arasındaki çelişmeler nedeniyle ortak askeri bir harekata ABD liderliği olmadığı sürece girmezler. Ayrıca AB askeri gücü olmayan bir yapı.

Şimdi buraya bir parantez koyarak 1990’ların başına, yani Soğuk Savaş’ın bittiği yıllara dönelim. Soğuk Savaş bitince ABD, NATO’nun konseptini yenileme yönünde adımlarını atarken, öbür yandan NATO’nun çökertilen rakibi Varşova Paktı’nın üyelerine göz dikti. Bu çerçevede de öncelikle olarak Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’ı NATO’ya üye yapmak istedi. Bu girişim Avrupa’nın NATO üyesi güçlü devletleri Fransa ve Almanya’nın muhalefeti ile karşılaştı. Kosova Savaşı sırasında ABD bu konudaki baskısını yoğunlaştırdı. Örneğin 1994 yılında toplanan NATO Fransa-Almanya zirvesinde sert tartışmalar yaşandı. 1995 yılına gelindiğindeyse bu iki ülke ikna edilmişti. ABD liderliğinde NATO ile AB’nin Orta Avrupa’yı içine alacak şekilde, “Önce NATO sonra AB eşzamanlı genişleme stratejisi”uygulanması yönünde mutabakata varıldı. Bu mutabakat, 1995 yılının Aralık ayında Avrupa’nın birleşmesini ve NATO ile AB’nin eşzamanlı genişlemesini öngören “Amerika-Avrupa Ortak Deklarasyonu” imzalandı. Bu deklarasyonun özü şuydu: Bir ülke önce NATO’ya, ardından AB’ye üye yapılacaktı. Bu mutabakat, adeta bir doktrin haline geldi ve hayata geçirildi. Bu dönemde aşağıdaki listedeki ülkeler sırasıyla önce NATO ardından AB’ye üye yapıldı.

Görüldüğü gibi tam 11 ülke önce NATO’ya sonra AB’ye üye yapılmış. 1999’dan itibaren NATO’ya üye yapılıp AB’ye alınmayan iki ülke var: Biri Arnavutluk (2009) diğeri ise Karadağ (2017). Ayrıca 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye üye yapılan Malta ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi de NATO’ya üye yapılmadı.

Rum Kesimi’nin üye yapıldığı dönemi hepimiz hatırlayalım. 1 Mayıs 2004’teki AB zirvesinin hemen bir hafta öncesinde 24 Nisan 2004 tarihinde Annan Planı referandumu vardı. KKTC’de büyük çoğunluk evet demesine rağmen, Rumlar yüzde 65 oranında “hayır” dediği için plan kabul edilmemişti. Plan hazırlıkları sırasında ABD, o dönem tartışılan Avrupa Ordusu’nun; AB de NATO’nun Ada’da görev almasına karşı çıkmıştı. Bu nedenle de Avrupa Ordusu’na ve NATO’ya planda görev verilmemişti. NATO ve Strateji uzmanı Erol Bilbilik, burada önemli bir ayrıntıyı aktarıyor: “Plan iki tarafça kabul edilmiş olsaydı; ABD, İngiltere ve Yunanistan’ın Ada’daki üslerini emsal göstererek Kıbrıs’ın kuzeyinde üs talebinde bulunacak veya üsleri NATO fonlarıyla kurar gibi gözükerek NATO ile ilişkilendirecekti. Böylece karar mekanizmalarında bulunduğu NATO’yu Kuzey Kıbrıs’a taşıyacaktır.” (Erol Bilbilik, “Kıskaç Harekatı-NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti”, Profil Yayınları, Birinci Baskı, Kasım 2008, s. 91)

Yani ABD, Annan Planı sonrasında Ada’yı bir NATO üssü haline getirmeyi amaçlamıştır. Aktardığımız mutabakata rağmen Rumların NATO’ya alınmadan AB’ye alınmasının altında yatan temel nedenin ABD ile AB arasındaki o dönem yaşanan Avrupa Ordusu ile NATO’nun Ada’da görev alıp almaması konusundaki anlaşmazlık olma ihtimali yüksektir. Ancak sonrasındaki dönemlerde Avrupa Ordusu kurulamamıştır.

Başta ABD olmak üzere NATO üyesi ülkelerin 30 yıldır Rumlara arka çıkan uygulamalarını da bir kenara not edelim.

Yakın tarihte iki kritik olay daha yaşandı. Malum Doğu Akdeniz konusunda Türkiye-KKTC ile Yunanistan-Rum Kesimi arasında gerilim zirve yaptığı bir dönemde Rum Kesimi, üyeliği ve hiçbir ilgisi olmadığı halde 3 Mayıs’taki NATO’nun Avrupa Müttefik Kuvvetler Yüksek Komutanlığı (SACEUR) devir-teslim törenine davet edilmişti.

Diğer kritik olay da, 10 Haziran’da ABD Temsilciler Meclisi’nin S-400 alımımız ile ilgili oybirliği ile alınan kararında Türkiye Kuzey Kıbrıs’ta işgalci kabul edilmişti.

Şimdi bu gerçekler göz önünde bulundurulduğunda şöyle bir soruyu sormak sanırım hakkımız oluyor: Rumlar, aslında NATO’ya gizli bir şekilde üye yapıldı da bizim mi haberimiz yok?

Bir yanıt yazın