Günlerdir Doğu Akdeniz ile yatıp Doğu Akdeniz ile kalkıyoruz. Orada bir şeyler oluyor. NATO’da müttefik olduğumuz ABD, Türkiye ve KKTC’nin ulusal güvenliği ve çıkarlarının tam karşısında, Rumların ve Yunanistan’ın yanında yer alıyor. Aralarında iki uçak gemisi filosunun bulunduğu çok sayıda savaş gemisini bölgeye gönderdiler.

Doğu Akdeniz’e kıyısı olan İsrail ve Mısır da bu bölgede ABD’nin arkasına geçmiş, Türkiye’ye deyim yerindeyse “sopa” gösteriyor. Örneğin İsrail özel unsurları, bugünlerde Rum silahlı güçleriyle ortak tatbikat gerçekleştirmekte. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’de bu gücü finanse ederek Türkiye karşıtı koalisyondaki yerlerini almış durumda.

Bu koalisyon içinde yer alması muhtemel İngiltere’nin Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki iki tane üssü mevcut. İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetlerine ait 6 adet F-35 tipi savaş uçağı 21 Mayıs’ta Norfolk’taki Marham üssünden havalanarak Güney Kıbrıs’taki Ağrotur üssüne indi. İngilizlerin sonbaharda 121 adet F-35B tipi savaş uçağını da, aynı üsse getireceği belirtiliyor.

Yine Rum Yönetimi, tek taraflı doğalgaz arama çalışmalarının Türkiye tarafından engellenmesini önlemesi karşılığında Fransa’ya daimi deniz üssü tahsis etmeye hazırlanıyor. Özetle Türkiye’yi Doğu Akdeniz’den kuşatan güçleri sayacak olursak ABD, İngiltere, Fransa, İsrail, Yunanistan, Rum Kesimi, İsrail, Mısır, Suudi Arabistan ve BAE.

DOĞU AKDENİZ’İN ÖNEMİ
Peki genelde Akdeniz özelde de Doğu Akdeniz, neden bu kadar büyük mücadelenin sahası haline geldi?

Tarih boyunca güç mücadelesinin en merkezi yerlerinin başında denizler gelmiştir. Örneğin dünya ticaretinin merkezlerinin başında denizler gelmektedir. Dünyanın yaklaşık yüzde 70’lik bir alanının deniz ve okyanuslarla kaplı olduğunu düşünürsek, bu denizlerin yer altındaki hidrokarbon yataklarının önemi de öne çıkmakta. Özetle Akdeniz aslında bugün değil, tarih boyunca strateji, ekonomi ve enerji kaynakları açısından tarih boyunca önemli bir merkezdi.

Askeri önemi malum olan Akdeniz, dünya denizlerinin ve okyanuslarının toplamının yaklaşık yüzde 1’lik bir alanını kaplamasına rağmen dünya deniz ticaretinin yüzde 16’sına ev sahipliği yapmakta. Yine Cebelitarık ve Türk boğazları ile Süveyş kanalı üzerinden giriş çıkış yapan gemilerle Akdeniz son derece canlı bir ticaret bölgesi.

Ticaret mallarının haricinde enerji kaynaklarının taşınmasında da Akdeniz önemli bir güzergah. Örneğin Ortadoğu ve Hazar petrollerinin önemli bir kısmı Akdeniz’den Avrupa ve dünya pazarlarına ulaştırılmakta.

TRİLYONLARCA M³ DOĞALGAZ
Özel anlamda Doğu Akdeniz’e son 30 yılda gözlerin çevrilmesinin bir nedeni de dibindeki hidrokarbon kaynaklarının yüksek potansiyeli. Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz’in “Hedefteki Donanma” kitabında aktardığı bilgilere göre, ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi (USGS-US Geological Survey) tarafından Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasındaki bölgede 1,7 milyar varil petrol ile 3,45 trilyon m³ doğalgaz; Nil deltasına yakın havzada 6,3 trilyon m³ doğalgaz, 6 milyar varil sıvı doğalgaz ile 1,8 milyar varil petrol bulunduğu tahmin ediliyor. Ayrıca Girit Adası’nın güney ve güneydoğusunda toplam 3,5 trilyon m³ doğalgaz bulunduğu
değerlendiriliyor.

Doğu Akdeniz ayrıca Türk akademisyenlerinin ve Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO)’nın tespitlerine göre geleceğin enerji maddesi olan yoğun gaz hidrat yataklarına da sahip.

TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞİ VE REFAHININ MERKEZİ
Bu büyük rakamlar gözönünde bulunduracak olursak, Türkiye ve KKTC, bu kaynaklardan hakkı olanı alırsa, ekonomik olarak büyük bir atılım gerçekleştirecektir. Yani Türkiye’nin güvenliği ve refahının merkezi 21. Yüzyılda Doğu Akdeniz’e kaymıştı. Yaklaşık 30 yıldır bu konuda mücadele veriliyordu. Örneğin 23 Temmuz 1999 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısından çıkan kararda Doğu Akdeniz’in önemine binaen, Mersin Taşucu’da bir tersane kurulması tavsiye ediliyordu. Türk Deniz Kuvvetleri’de Doğu Akdeniz’e
yönelik çalışmalar yürütüyordu. Örneğin 1 Nisan 2006 sabahı, Akdeniz Kalkanı Harekatı başlatıldı. Bu harekatın amacı Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki enerji güvenliğini sağlamaktı. Bu çerçevede çok sayıda Rum ihlalini de engellediler. Türk donanmasının bu hamleleri Batı’yı rahatsız etti. AB Komisyonu, 15 Ekim 2009 tarihli yıllık raporunda Türk Deniz Kuvvetleri’ne yönelik sert ifadeler kullandı.

KUMPASLAR TÜRK DONANMASINI DA HEDEF ALDI
İşte tam da böyle bir dönemde ABD/NATO’nun Türkiye’deki eli FETÖ devreye girdi. Kumpaslar sürecinde ilk başlarda ağırlıklı olarak karacılar hedef alınmıştı. Bu terör ve casusluk örgütünün yargı ve emniyet içine sızmış militanları, 11 Şubat 2011 tarihinde o dönem mevcut olan muvazzaf amirallerin neredeyse yarısı olan 25 Amiral hakkında tutuklama kararı verdi.

Türk Donanması, Doğu Akdeniz’de Rumlar ve destekçileri tarafından değil Silivri’de FETÖ’cülerin baskınına uğramıştı. Balyoz kumpasındaki en büyük darbe Deniz Kuvvetleri’ne indirilmişti. Soruşturmaya tabi tutulan 114 muvazzaf denizci askerin 98’i amiral ve kurmay subay rütbesindeydi. Sonrasında Poyrazköy, askeri casusluk gibi kumpaslarda Türk Donanması hedef alınmaya devam etti. Bu kumpaslarda Mehmet Otuzbiroğlu, Feyyaz Öğütçü, Cem Gürdeniz, Soner Polat, Semih Çetin, (Şehit) Cem Aziz Çakmak, (Şehit) Murat
Özenalp, Ali Türkşen, Levent Bektaş, Mustafa Turhan Ecevit, Ercan Kireçtepe gibi çok sayıda Amiral ve denizci subay tutuklandı. Bunların yerine FETÖ militanları yerleştirildi. ABD liderliğindeki güçler, Yunanistan ve Rumlar bu süreçte Akdeniz’de rahat hareket etmeye başladı. Ta ki 15 Temmuz’a kadar. ABD adına Türk devletini işgale girişen FETÖ militanları
başarısız olup tek tek tutuklanmaya başlayınca Türkiye yeniden Doğu Akdeniz’de atağa geçti.

İşte günümüze gelen süreçte, başımıza benzer musibetler yeniden gelmemesi için bu mücadeleleri ve gerçekleri hafızamızın bir tarafında sürekli tutmak gerekiyor.

Bir yanıt yazın