Yıllardır yanıtı en çok merak edilen, tartışılan sorulardan biri de “FETÖ’nün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, Başbakanlığı döneminde nasıl kuşattığı”dır. Bizde özellikle kumpaslar sürecinde arka arkaya gelen dalgalar konusunda Tayyip Erdoğan’ı nasıl ikna ettiğini anlamak için sıkça bu soruyu kendimize sormuşuzdur. O dönemlerde bu konuyu danıştığım bir gazeteci ağabeyimin ilginç bir değerlendirmesi olmuştu: “F Tipi örgüt (FETÖ için o dönem kullandığımız tanımlama) Erdoğan’ı ikna etmek ve bu sayede kuşatmak için ilginç bir yöntem kullanıyor. Dikkat et, sürekli Erdoğan’a suikast haberleri basına yansıyor. Örgüt, bu haberler üzerinden hem Erdoğan’a hem tüm Türkiye’ye algı operasyonu yapıyor ve böylece bu tertipler konusunda Tayyip Erdoğan’ı ikna ediyor, ayrıca kuşatıyor.”

Haklıydı. O dönem çok sayıda “Başbakan Erdoğan’a suikast girişimi” haberleri gündeme geliyordu. Örneğin arşivlerde hala varlığını koruyan bir haberde şu ifadeler yer alıyordu:

“Üst düzey bir Emniyet yetkilisinin iddiasına göre Ergenekon, DHKP-C’ye Başbakan’ın evinin ayrıntılı bir krokisini verdi. (…) İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, son 2 yıl içerisinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik yapılan 7 ayrı suikast girişimini de soruşturma kapsamına aldı.”

Daha Ergenekon duruşmaları başlamadan yapılan 4 Temmuz 2008 tarihli bu haberin öncesinde ve sonrasında çok sayıda suikast haberi de basına yansımıştı.

FETÖ’NÜN SUİKAST SERVİSLERİNİN SIRRI “İFŞA” OLDU

Bir dönem kafamızı sıkça meşgul eden bu soruyu, FETÖ’nün kudretli olduğu dönemde hedef aldığı gazetecilerden Toygun Atilla’nın “İfşa” kitabını okurken yeniden hatırladım. Dostluğumuza binaen ismiyle hitap edeceğim Toygun’un bir gecede soluksuz okuduğum ve bugün (Salı) kitabevlerinde olacak kitabı İfşa’da terör ve casusluk örgütlenmesi FETÖ ile ilgili çok gizli kalmış bazı gerçekler var. Toygun, FETÖ’nün mahrem yapılanmasının çalışmalarından, bir dönem bu örgütün içinde önemli görevlerde bulunmuş isimlerin çok önemli itiraflarına kadar çok sayıda bilgiyi aktarırken, kafamızı kurcalayan başlıktaki soruya ışık tutacak bir olayı da gün ışığına çıkarmış. Olayın gelişimi şöyle:

Diyarbakır’da KCK terör örgütüne yönelik operasyonların planlandığı günlerdi. Operasyonu yapacak Diyarbakır TEM Şube’nin müdürü FETÖ tarafından yetiştirilen ve emniyette yıllarca bu örgütün emrinde görev yapan Sedat Selim Ay’dı. Diyarbakır İstihbarat Şube Müdürlüğü ise operasyona sıcak bakmıyor, destek vermiyordu. Ay, operasyon için Diyarbakır Emniyeti Kaçakçılık Şubesi’nden destek almaya karar verdi. Operasyonun planları yapıldı, savcılık bilgilendirildi. Operasyona sayılı günler kala, İstihbarat Şube Müdürü Mehmet Yılmaz, Ay’a bir teklif getirdi. Buna göre bir taşla iki kuş vuracaklardı. İstihbarat Daire’deki FETÖ’cülerden oluşan özel bir ekip, hedef adreslere silah, bomba ve kroki yerleştirecek, bu sayede Ergenekon ile PKK irtibatlandırılmış olacaktı. Ayrıca kendi koydukları silah, bomba ve krokinin bulunmasından sonra dönemin Başbakan’ı Recep Tayyip Erdoğan’a PKK ve Ergenekon’un suikast yapma hazırlığı içinde olduğu yalanı pompalanacaktı. Bunu, merkez medyadan duyuracak gazetecilerin isimleri bile belirlenmişti.

Sedat Selim Ay, bu teklife “hayır” dedi. Kısa bir süre sonra ise Ankara’ya, Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’na çağrıldı. Başkanlık, o dönem FETÖ’cülerin işgali altındaydı. Ay, Daire Başkan Yardımcısı Recep Güven’in (2001’de sözde Ergenekon Şeması’nı Sabri Uzun’a götüren FETÖ militanı. Ayrıca bir dönem Diyarbakır Emniyet Müdürü olarak görev yaptı) odasına girdi. Odada Güven dışında 4 istihbaratçı, daha doğrusu FETÖ militanı daha vardı. Ay’a, açıkça “hayır” dediği planı kabul etmesi için baskı yapıldı. Amaç algılarda iddia ettikleri Ergenekon örgütü ile PKK arasında bağlantı kurduracaklar, Başbakan Erdoğan’a yönelik bir suikast girişimini önledikleri yalanını piyasaya sürecekler ve  bu sayede daha da kritik noktalara adam yerleştirebileceklerdi. Sedat Selim Ay’ın ikna edilmesiyle bu operasyon aynen aktarılan şekilde yapıldı. Ancak olay basına yansımadan Ay’ın vicdani hesaplaşması nedeniyle tutanaklara geçmedi. Geçmeyince de FETÖ, hedefine ulaşamamış oldu. Ardından Terörle Mücadele Şubesi’nden sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı olan Ay, Taraf gazetesi tarafından 15 yıl önceki suçlamayı hatırlatan “Terör artık ‘işkenceci’ polise emanet” manşetiyle 22 Temmuz 2012 tarihinde FETÖ’nün hedefine oturtuldu.

Aktardığım gibi. Kitapta bu bölümü okuyunca o dönemleri hatırladım. Aslında kendilerinin çok sayıda bağlantısı çıkan KCK/PKK ve DHKP-C terör örgütleriyle kumpaslarda hedef aldıkları insanları bağlantılandırmaya çalışan FETÖ, bunun için yapacakları kumpaslara siyasi izin çıkarmak için de “suikast” yalanını piyasaya süren bir örgüttü. Bir taşla birden fazla kuş vuruyordu. Bu süreçte Erdoğan’ın öne çıkması da, Erdoğan ile kumpaslarda hedef alınan isimlerin arkasındaki kitleler arasındaki gerilim makasını da açmış oluyorlardı. Her şeyi planlayabiliyorlardı. Toygun’un kitapta belirttiği gibi: Örgütte tesadüfe, şansa yer yoktu.

NOT: Şu gerçeği de unutmayalım: Gladyo gibi karanlık odaklar ve bunların kontrolündeki terör örgütleri dönem dönem siyasetçileri hedef alırlar. Hele ki o siyasetçi, bu karanlık güçleri kızdıracak ve ülkesinin menfaatini öne çıkaracak olursa…

FETÖ’CÜ İLE DOST OLUNUR MU?

Toygun’un kitabında aktardığı çok sayıda olay var. FETÖ’yü anlamak açısından bir rehber kitap gibi. Ancak aktardığı bir olay var ki, aklıma başka bir soruyu getirdi. Önce olayı aktarayım.

Olayın kahramanı Toygun ile ortak tanıdığımız, eskiden beraber mesai yaptığım meslektaşım ve Ergenekon kumpasında FETÖ tarafından hedef alınmış gazeteci Mehmet Bozkurt. Mehmet Bozkurt’un adı ByLock kullanan gazeteciler arasında geçmişti. Ancak olayın perde arkasında bambaşka bir gerçek ortaya çıktı. Bozkurt, bir dönem çalıştığı ve sonra kapanan Karşı gazetesinde tanıştığı Murat Kazancı ile Çözüm Süreci’ni anlatan bir kitap yazmaya karar vermişti. İnsan, aynı kitaba imza koyacağı kişiye mutlaka güvenirdi. Mehmet Bozkurt’ta Kazancı’ya bu güveni duymuştu. İkisi beraber bu kitabın araştırmalarını yapmak için Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki illere giderek çeşitli görüşmeler gerçekleştirmişti. Bu süreçte Murat Kazancı, faturalı hat kullanan Mehmet Bozkurt’tan “internetini kullanmak için” izin istemiş ve ikisi ortak internet kullanmıştı. Ancak Kazancı’nın, bu anlarda Mehmet Bozkurt’tan gizli bir şekilde ByLock girişleri yaptığı ortaya çıktı. Kazancı böylece Mehmet Bozkurt’u da zan altında bıraktı. Bozkurt’a soruşturma açılınca da gerçeği söylemeden diğer firari FETÖ’cüler gibi yasa dışı yollardan önce Yunanistan’a oradan da Almanya’ya kaçtı. Bozkurt, Türk yargısının dikkatli ve vicdanlı savcıları sayesinde ceza almaktan kurtuldu. Bu olayı okuyunca da aklıma “FETÖ’cü ile dost olunabilir mi” sorusu geldi. Haksız mıyım?

Bir yanıt yazın