FARKINDA MISINIZ? Hepimiz ateş topu gibiyiz. Ne tahammül kaldı. Ne hoşgörü…

“Yok yok bana değil. Ben normalim, asıl diğerlerine söyle!” demeyin. Hepimiz öyleyiz.

Sakın “Bizim taraf değil ki karşı taraf bu ülkeyi bu hale getirdi” de demeyin. Hep birlikte bir ateş topuna döndük. Tom Cruise’un o ünlü Dünya Savaşları filmindeki ısırılınca bulaşan “zombilik” gibi biz de birbirimizden görerek kendimizi bu birbirine katlanamayan hoşgörüsüz sinir topları haline getirdik.

Hiçbir şeye tahammül kalmadı. Trafikte kadınlara yumruk atacak kadar, çocukların haklarını ezip geçecek kadar. Sırada bile bekleyemeyip kavga edecek kadar. Her yerde her alanda; “Yeter ki karşımdaki rakibim yok olsun da ne olurda olsun yeter” der hale geldik.

Siyasi partiler bile bir klasik olması gereken siyasi rekabeti geride bırakıp birbirini yok etmeye oynuyor. Hatta kendi içlerinde bile kıyasıya bir savaş… Bu da doğrudan vatandaşın ruh haline yansıyor. Ne olur o partiden, bu partiden olsa.

Sonuçta aynı kayıktaki bu ülkenin evladı değil miyiz hepimiz? Bir ailede bir kardeş, “a” partisinden diğeri “b” partisinden olsa ne olur? Bu kadar politize olmaya ne gerek var?

Senin gibi düşünmüyor diye karşımızdakine, “O halde yok olsun” der hale geldik. Kendi düşüncemizin tek doğru olduğunu düşünür olduk. Kendimiz gibi düşünmeyenlere saygı duymayı unuttuk. Beraber oturup tartışmayı ve medenice birlikte yaşamayı unuttuk.

Siyaset-devlet-vatandaş eksenindeki o hassas saygı dengesini yeniden ayağa kaldırmak gerekmiyor mu? Devleti, hükümeti sürekli eleştirmek yerine eleştirsek ama arada “Bu da iyi” demeyi denesek? Ya da devlet hükümet tarafı da kendisini zaman zaman eleştirenlere biraz daha kulak verse belki içinde faydalı bir nokta olabilir diye düşünüp. Yok mudur birbirimizi eze eze birbirimizi yok etmek yerine el ele vererek daha da büyümenin bir yolunu bulmanın imkanı?

Ülke komplo teorilerinin içinde adeta serseme döndü. Halbuki gerçek bilimi, aklı ve bilgiyi öne çıkarmak gerekmez mi?

Hiçbir şey bulamayınca hiçbir şey kalmayınca önce en yakınlarımıza o da biterse kendimize saldırıyoruz. Kendimizle hesaplaşmaya başlıyoruz. Ona buna kimse kalmazsa en yakınlarımıza. Sürekli bir sürdürülebilir bir mutsuzluk hali.

Bakıyorum bir kişi sabah 6’da kalkmış, ilk iş Twitter’dan sağa sola küfürlerle saldırmak! Bu nasıl bir ruh halidir?

Biz gerçektek böyle değildik. O çok hoşuma giden sözdeki gibi “Biz arkadaşımızı korkutmak için 3’den geriye doğru sayarken bile aralara buçukları çeyrekleri ekleyen merhametli çocuklardık.”

Hep övündüğümüz gibi; Biz iyi insanlar değil miyiz?

Ne olacak ki herkesi sizin gibi düşünür kılsanız, ne olacak ki kendi iç huzurunuz olmasa.

Ne olacak dünyaları alsanız, ne iş yapıyorsanız yapın tüm rakiplerinizi alt etseniz iç barışınız ve sizi geleceğe mutlulukla taşıyacak dostlarınız olmasa ne olacak? Her sofraya oturduğunuzda herkesten on kat fazla mı yemek yiyeceksiniz? Ya da en çok siz mi mutlu olacaksınız?

Ne olacak?

Ne kadar zengin olsanız her gece diğerlerinden kaç tabak daha fazla yemek yiyebilirsiniz ki, nedir bunun sonu…

Kendi hakkını yedirmemek başkalarının hakkını yok saymak değil ki. Araba ile yolun solundan sıyrılıp kuyruğun en başına geçmek mi hayatınızın en büyük başarı hamlesi. Ya da sabredemeyip her meseleden kavga aramak mı?

Her yapılan şeye saldırmak, laf sokmaya çalışmak niye? İnsanlara yaptıkları aldıkları ya da başardıkları bir şey için ‘hayırlı olsun’ demekle başlayın. Takma kimliklerle en yakın arkadaşlarınıza sosyal medyada sabotajlar yapmak niye?

Birisi geçen gün Cem Yılmaz’ın “Arif V 216” filmine bir yorum yazmış: “Cem Yılmaz seni adam sanırdım, bu leş gibi filmle benim vaktimi çalmaya ne hakkın var” diye… Gitme arkadaş ya da bunu böyle yazma! Medeni eleştiride bulunmanın bin tane yolu var. Bak orada Cem Yılmaz, “İyi insanlar sadece filmlerde mi olur?” diye soruyor. Onu örnek almakla başlasana..

Geçenlerde de yazdım. İyilik bulaşıcıdır. Ona da bir kulp takmışlar ama iyiliğin bulaşmasının size ne gibi bir zararı olabilir ki?

Ama bu iş tüm topluma örnek olması gereken siyasilerden kanaat önderlerinden başlıyor. Basından medyadan başlıyor. Ama buradaki kavga ve ruh hali hepimizin üzerine çöktü. Siz başlayın ki halk da bunu örnek alsın.

Sayın siyasetçiler, sayın medya; çevremizde artık o kadar çok insan var ki; “Yeter artık bıktım kavga dövüş siyaset haberlerinden, tartışma programlarından, artık sadece dizi ve belgesel izliyorum” diyen…

İnanın sessiz bıkkın milyonlar var bu ülkede. Sadece her şey iyi olsun, huzur olsun diyen. Siz bakmayın ortalıktaki bu kavga dövüşe.

Er geç sağduyu, akıl, bu ülke sevgisi ve bu sessiz ülke sevdalılarının sesi kakafoniyi bastıracak. Zaten bu ülkeyi de ayakta tutan sessiz adı bilinmeyen kahramanlar değil mi? 15 Temmuz’daki o büyük ihanette birden sokağa çıkan o kahramanlar değil mi?

Yok öyle okyanuslar geçtikten sonra bu büyük ülkeyi derelerde boğdurmak. Daha bu güzel ülkenin el birliği ile çözeceğimiz çok sorunu var.

‘Eee ne oldu şimdi yani; Bu yazının ana fikri mi?’:)…. Bu soru aklınızda ise size samimi bir tavsiye; Kendinizden başlayın..

Yolumuz uzun ve zor. Ama başaracağız. Birlikte pekala yaşayabiliriz… Denemesi bedava.. Denememekte ısrarın faturasını ise bizlere bu millete nasıl ödetiyorlar, onu söylememize gerek yok. Hep birlikte çok yaşadık.

Bakın Afrin’de vatanın evlatları bu ülke daha huzurlu olsun diye büyük bir fedakarlıkla bizler için orada savaşıyor. Milli beraberliğimize Afrin’den başlasak güzel olmaz mı? En günler Türkiye’mizin olsun…

Bir yanıt yazın