Başlığa bakıp uçuk teoriler yazacağımı düşünenlerin yanılacağını söyleyebilirim.

Sosyal medya ve televizyon dünyasının gündeminde Amerikan dizilerinin yeri hiçbir zaman eksilmiyor. Doğa boşluk kabul etmez misali bir dizinin tartışması biter bitmez hemen bir diğeri gündemimize giriyor. Sekiz sezon boyunca moda ifadeyle gündemimizi kasıp kavuran Game of Thrones (GOT) final yaptıktan sonra nur topu gibi yeni bir dizimiz daha oldu: Çernobil.

GOT’un yapımcısı Home Box Office’in (HBO) yeni dizisi olan Çernobil dizisiyle yatıp kalkan bir kitle var. Diziyi henüz izleyemedim. Bu nedenle yorum yapmam doğru olmaz. Zaten Türkiye’nin de etkilendiği, bildiğimiz bir olay. Muhtemelen dizinin kurgusunun iyi olması, bu kadar reklamın yapılmasında etkili oldu. Dikkatimi çeken dizi gündeme geldikten sonra özellikle “nükleer enerji karşıtları”nın yeniden seslerini yükseltmesi oldu.

Nükleer konusu açıldığında ilk olarak aklıma Türkiye’nin anti-emperyalist entellektüellerinden merhum Attila İlhan’ın bir açıklaması gelir. İlhan, Mavi dergisinin 1996 yılının Ocak ayında yayınlanan sayısındaki söyleşisinde şu ifadeleri kullanmıştı: “Nükleer güce bizim de sahip olmamız gerekir. Eğer Türkiye, bölgesinde daha güçlü olmak istiyorsa bir atom santrali kurmalıdır. Hem ortalıkta çevreciyim diye dolaşan çoluk çocuk ne iş yapıyor ki! Sözde nükleer santral kurulmasın diyorlar, peki be adamlar söyleyin bana Fransa’da, Amerika’da onca santral kurulurken aklınız neredeydi?”

İlhan’ın dediği gibi ne zaman Türkiye’de nükleer santral kurulması gündeme gelse, ciddi protesto eylemleri başlardı. Yapılan protestolarda en ciddi vurgu Çernobil örneği hatırlatılarak, güvenliğe yapılırdı. Bu eylemlere, Avrupa’daki Rothschild ailesi ile birlikte dünyanın en büyük baronu olan Rockefeller ailesinden maddi destek aldıklarını itiraf eden Greenpeace adlı yapılanma da destek vermişti.

Önce dünyadaki nükleer santrallerin durumu ile ilgili bir hatırlatma yapmak istiyorum. International Atomic Energy Agency (IAEA – Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı)’nın 2017 yıllık raporundaki bilgilere göre, 31 Aralık 2017 tarihi itibariyle dünyada 29 ülkede toplam 448 nükleer santral bulunuyor. Ayrıca üç ülkeyi de eklersek 32 ülkede toplam 59 reaktör inşaatı var. Santral sayısında ABD açık ara ile önde. Rapora göre ABD’de ülkenin elektrik ihtiyacının yüzde 20’sini karşılayan 99 reaktör bulunuyor. Bu ülkede ayrıca 2 reaktör inşa aşamasında. Alman Deutsche Welle’nin aktardığına göre ABD, 3 yeni reaktör daha yapmayı planlıyor.

İkinci sırada 58 reaktör ile Fransa var. Bu ülkede bir tane daha reaktör inşa aşamasında. Fransa’nın bir özelliği de, ülkenin enerji tüketiminin yüzde 70’inden fazlasını bu reaktörler aracılığıyla sağlıyor. Bu anlamda da dünya birincisi.

Sonrasında sırasıyla 42 reaktör ile Japonya, 39 reaktör ile Çin, 35 reaktör ile Rusya, 24 reaktör ile Güney Kore, 22 reaktör ile Hindistan, 19 reaktör ile Kanada, 15’şer reaktör ile İngiltere ve Ukrayna bulunuyor. Bu ülkelerin bazılarında ayrıca çok sayıda reaktör inşasına devam ediliyor. En fazla inşaat yapımında 18 inşaat ile Çin ve 7 inşaat ile Hindistan açık ara ile başı çekiyor.

Listede ilginç bir ayrıntı da bu toplam 448 nükleer santralin sadece 6’sı İslam dünyasında. Pakistan’da 5, İran’da 1 reaktör bulunuyor. Ayrıca Birleşik Arap Emirlikleri’nde 4 ile nüfusunun yüzde 90’ı Müslüman olan Bangladeş’te 1 tane reaktör inşası sürüyor.

Bu nükleer reaktörlerin en önemli özelliklerinin başında enerji, yani elektrik üretmeleri. Çok daha düşük maliyetle, çok daha yüksek elektrik enerjisi elde edilmesinde bu reaktörlerin büyük etkisi bulunuyor. Zaten raporun 143. sayfasındaki listeyi gördüğünüzde, reaktörlerin ağırlıklı olarak sanayisi gelişmiş ülkelerde yoğunlaştığını görürsünüz. (Bkz.https://www.iaea.org/sites/default/files/publications/reports/2017/gc62-3.pdf)

Peki neden üçüncü dünya ülkelerinde nükleer santral bu kadar az. Bu sorunun yanıtını, yıllarca İngiltere’nin ünlü istihbarat yapılanması MI6’te yıllarca görev yaptıktan sonra çarpıcı kitaplara imza atan John Coleman vermekte:

“Bağımsız olmak için bir ülkenin enerji kaynaklarını kontrol eder durumda olması gereklidir. Bu kapsamda Roma Kulübünce desteklenen ‘Nükleer Enerji’ karşıtı ‘Çevreci Hareketin’ aslında devletler üstü bir kurumun planlarını uyguladığı ortadadır. Bir ülke bağımsız olabilmek için kendi enerji kaynaklarını kontrol etmek durumundadır. İnsanların, elektrik üretiminde nükleer enerji kullanımına karşı tüm dünyada oluşan nefretin ve Roma Kulübü tarafından kurularak finanse edilen ‘Çevreci hareketin’ aslında nükleer enerji istemeyen uluslar üstü bir güçten kaynaklandığını, anlamaları gereklidir. Nükleer santraller sayesinde ucuz ve kaliteli elektrik üretimi mümkündür. Endüstriyelleşmeye çalışan üçüncü dünya ülkeleri ucuz enerji sayesinde Amerikan dış yardımına olan ihtiyaçlarından kurtulacak ve sanayileştikçe vatandaşlarına daha güzel yaşam standartları sağlar hale geleceklerdir.” (Dr. John Coleman, “300’ler Komitesi/Komplocular Hiyerarşisi”, Destek Yayınları, 3. Baskı, Aralık 2014, s. 15)

Roma Kulübü ve 300’ler Komitesi olarak adlandırılan güç merkezinin kontrol ettiği yapılanmalardan birinin de Bilderberg olduğunu hatırlatalım. Coleman, özetle nükleer enerjiyle sanayileşmesini güçlendiren ülkelerin bağımsızlığa yürüyebileceğini bu nedenle de Batı’nın başat güçleri haricinde hiçbir ülkenin nükleer güç sahibi olunmasının istenmediğini açıkça yazmış.

Bunun teyidi Bilderberg’in 1955 yılı Genel Raporu’na şu ifadelerle yansımıştır: “Bilimsel buluşlar atomik enerji alanında kendini aşmaktadır (…) Bilim insanlarının bombayı git gide daha fazla insanın eline teslim edebileceği ve yakın gelecekte atom bombasının yoksulların silahı haline gelebileceği gerçeği yok sayılmamalıdır. Aynı düşünce, öngörülemeyeni öngörme noktasına yaklaştığımız atom enerjisinin barışçıl amaçlarla kullanımı konusu için de geçerlidir.” (Daniel Estulin, “Kulüp Bilderberg”, April Yayıncılık, Birinci Baskı, Mayıs 2007, s. 61)

Geçtiğimiz günlerde yani 30 Mayıs-2 Haziran tarihleri arasında 67’nci Bilderberg toplantısı vardı. Bütün bunları işte bu yüzden hatırladım.

* Bütün okuyucularımızın, büyük Türk milletinin, İslam dünyasının mübarek Ramazan Bayramı’nı kutlarım.

Bir yanıt yazın