Türkiye’nin günlerdir merakla ve endişe ile beklediği, niyetini “Yeni bir sayfa açabiliriz” diyerek seslendirdiği o kritik ziyaret tamamlandı.

Türk-Amerikan siyasi tarihinin belki de en hassas ve en kısa zamanda tamamlanan süreci de dün gece itibarıyla netleşmiş oldu…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Donald Trump ile 5 saati aşkın görüşmeleri sonucu Türk-Amerikan ilişkilerinde en azından bundan sonra süreçte yüksek tansiyonun makul bir seviyeye çekilmesini sağladı ve aynı zamanda Türkiye’nin geri adım atmadığı tezlerinde de pozisyonunu açık ve net seslendirdi.

Türkiye Barış Pınarı Harekatı’nı düzenlediği andan itibaren, bugüne dek karşılaşmadığı ve hak etmediği bir kara propaganda ile karşılaşmıştı…

Tamamen terör yuvalarını temizlemek maksadıyla gerçekleştirilen harekat aynı zamanda burada bir devlet oluşumunun önüne geçilmesi nedeniyle ABD dahil tüm Batı’yı planları bozuluğu için ayağa kaldırmıştı. Bu kara propagandanın en büyük sebeplerinden bir tanesi de aslında buydu!

Türkiye’ye, akla hayale gelmeyecek iftiralarla “Suriye’de katliam yapıyor” diyecek kadar ileri giden saçma sapan iftiralarda bile bulunuldu!

Askıda olan Halkbank iddianameleri raftan indirildi, beklenmedik iki tasarı art arda açık oy farkı ile Temsilciler Meclisi’nden geçirildi.

Avrupa ülkelerinde inanılmaz bir karşı kampanya başlatıldı, tüm Batı basını Türkiye’ye iftira üzerine iftira yağdırdı.

Türkiye’nin en üst seviyede muhataplarına bunun böyle olmadığını net olarak anlatması artık şart hale geldi bu nedele Washington’a Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bizzat giderek Trump ile yapığı görüşme bu nedenle büyük önem taşıyordu.

Evet “gidilip, gidilmesin” yönünde çok tartışmalar ve git geller yaşandı ama gidilmeseydi bu yürütülen karşı propagandalar kontrol edilemez bir hale gelecek ve büyük zararlar verecekti.

24 saatlik ziyaret dediğimiz gibi son dönemlerin en kısa süreli ama en kritik süreci oldu, Beyaz Saray’daki görüşme temel sorunların tamamen çözülmesi ve her şeyi pespembe yapması gibi bir durumu getirmese de genel anlamada iki ülke arasında 20lerin üzerinde devam den o yüksek tansiyon en azından makulun biraz üzerindeki bir seviyeye, yani konuşabilir noktaya çekildi.

Ve daha önce de defalarca dile getirmeye çalıştığımız gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington’a gelmesiyle birlikte, Türk-Amerikan ilişkileri tamamen kopsun diye uğraşan her tür unsur da görüşmenin ardınan gizli bir motivasyon kaybı yaşadı.

İnisiyatif tekrar önemli ölçüde diyaloğun, sağduyunun ve aklın tarafına geçti. Tabii ki bu durum bundan sonra endişeli ve dikkatli bir iyimserlik içinde hassas takip gerektiren süreçleri de beraberinde getirecektir.

Örneğin PKK/YPG terör ekseninin ABD’de kollanması ve bu eksenin lideri Abdi Şahin’in de Washington’da ağırlanması gibi gelişmelerle yeni krizler karşımıza çıkarabilir. Açıklamalardan anladığım kadarıyla; aynen Rusya gibi (bakarız, ederiz) şeklinde mesajlarla şimdilik bu konuda pek net bir adım atılacak gibi görünmüyor.

Diğer yandan, 100 milyar dolar ticaret hacmine ulaşma açısında atılan adımları olumlu olarak değerlendirebiliriz.

Normalde 3-5 saat planlanan görüşmenin 5 saati geçmesi Beyaz Saray ritüellerinde pek görülen bir durum değildir. Bu da zaten müzakerelerin bize derinliğini gösteriyor.

Lindsey Olin Graham gibi tamamen Türkiye karşıtı bir senatörün bugün Ermeni iddialarına ilişkin tasarıyı bloke etme girişimi de dünkü ziyaretin bir olumlu yansımasıdır.

Bu durumda Ermeni tasarısına ek olarak diğer tasarı da Senato’da benzer şekilde bloke edilecek mi, birlikte göreceğiz.

Tabii ki dünkü gelişmenin sonrasın da gözler bu sürecin aslında bir diğer ana parçası olan Rusya’ya çevrilecek… Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin ile telefonda görüşecek, belki de sonrasında yüz yüze de görüşecek.

Dün basın toplantısında söylediği gibi; Rusya da PKK/PYD terör örgütüne, ABD gibi aynı tavizleri veriyor!

Ayrıca, ABD ile görüşmelerde masanın ucunda oturan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Fahrettin Altun’un yanıbaşındaki dosyada “Turkey’s Fight Against Terrorism” başlığı vardı..

Doğrudur bu Türkiye’nin mücadelesi, Türkiye’nin kavgası ve ulusal güvenlik meselesi… İşin içine milli ve ulusal kavramlar girdiği zaman içeride kavgaları ve nefreti bir kenara bırakmak lazımdır. Bu açıdan aslında Meclis’te siyasi partilerimizin Barış Pınarı Harekatı dönemindeki ortak duruşlarının da hakkını teslim etmek lazım. Ama asıl birlik ve beraberliğin bundan sonra zorlu satranç tahtasında olması gerektiği de hatırlardan çıkarılmamalı!

Yazıda naçizane işaret ettiğimiz gibi dikkatli bir iyimserlik içinde endişelerimizi muhafaza ederek, küsmeden, sinirlerimize hakim olarak bu bölgedeki kimseye güvenmeden ama kimseyle ilişkileri de kesmeden ulusal menfaatleri koruyan bir politika belirlemeliyiz…

Bir yanıt yazın